On Dördüncü Bölüm

347 50 16
                                    

Yağmur yavaşlamıştı. Onunla beraber bende koşmayı bırakmış, sürüne sürüne yürüyordum. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Sadece... Bu yaşadıklarımı hak etmiyordum. Böyle olmasını ben de istemiyordum ama böyleydi.

Üstümdeki o hırka bana o kadar ağır geliyordu ki omuzlarım taşıyamıyordu. Tek omzumdan aşağıya düşmüştü. Tamamen ıslanmıştım. Saçlarım yüzüme yapışmış ve az olan makyajım dağılmıştı. Kesik kesik iç çekerek ağlamaya devam ettim. Nereye gidiyordum, bilmiyordum. Sadece yürüyordum. Yollar nereye çıkıyordu umrumda değildi.

Yolların birleştiği noktada biri daha katılmıştı bana. Göz ucuyla ona baktım. Erkekti, siyah bir kapüşon giymişti. Elleri ceplerindeydi ve hızlı yürüyordu. Anlaşılan ıslanmak istemiyordu. Oysa benim kuru hiçbir yerim kalmamıştı.

Karanlık kaldırımlarda, zayıf sokak lambalarının aydınlattığı gözlerini bana bakarken görmüştüm. Dikkatini çekmiştim sanırım. Korkunç görünüyor olmalıydım. Durdu ve beni incelemeye devam etti. Korkmam gerekiyordu ama korkmadım. Yapacağı hiçbir şey umurumda değildi. Aramızdaki geniş yolu geçti ve yanıma geldi. Yüzü daha tanınır bir hal almıştı. Sarı sokak ışıkları yüzünde gölgeleme yapıyordu.

"Ne oldu sana?" kocaman elleriyle kollarımı kavradı. Onun bana dokunmasıyla ben daha çok ağlamaya başlamıştım.

"Aurora! Sana bunu kim yaptı?" kafam önümdeydi. Yüzümü görmek için daha fazla eğildiğinde elleri kolumdan bileklerime indi.

"Taehyung..." ses tonum o kadar cılızdı ki... Ellerimle bende onun bileğini kavradım. Bir yerden güç almaya çalışıyordum. Ayakta duracak takatim bile yoktu.

"Ne yaptılar sana?" sesi yüzümü okşarcasına yumuşaktı. Bu halimin ona mutluluk vereceğini düşünüyordum. Ama öyle olmadı. O benim gibi değildi, vicdanlıydı. Kalbi vardı onun. İyi bir insandı.

Konuşmayacağımı anlayınca tek eliyle elimi tuttu. Yürümeye devam etti. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum. Merakta etmediğim için de sormadım. Kurtuluşa götür beni diyordum içimden.

Asfalt, çıplak ayaklarımın altından akıp gidiyor, küçük taşlar canımı yakıyordu. Arada dönüp bana bakıyordu Taehyung. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu ama anlayabiliyordum. Sahipleniciydi. Elimi tutuşundan belli oluyordu.

Sonunda yolculuk bitti ve o demir kapıyı açtı. Yine gıcırdamıştı. Yağmurdan dolayı bahçe çamurdu. Işık açıktı, dışarıda oturuyor olmalıydı. Eve yaklaşınca elimi bıraktı yavaşça. Sırtımı yasladığım duvar yıkışmışçasına dengemi kaybettim. Sanki o el beni ayakta tutan tek şeydi. Ayaklarımın bağları çözülmüş ve bende dizlerimin üzerine düşmüştüm. Ellerim çamura saplanmış ve düşüşümden dolayı her tarafıma sıçramıştı. İsteksiz bir şekilde kafamı kaldırdım.

Eiji ve Jungkook önümdeki beton yığınının üzerinde duruyorlardı. Jungkook'un gözleriyle buluşmuştum hemen. Merakını ve endişesini gözlerinden okuyordum. Belki korkmuştu da bilmiyorum. Hızlı hızlı kırpıyordu kirpiklerini. Sessizce ağlamaya devam edip kafamı öne eğmiştim. İlk defa böyle hissediyordum. İlk defa içimdekileri saklayamıyordum. Rol yapamıyordum.

"Eije! Hadi biz gidelim." Eije'nin eski ayakkabılarının toprağa bastığını görebiliyordum.

"Aurora..." omuzlarıma dokundu Eije. Tepki vermemiştim. Taehyung'un onu büyük bir şiddetle çekiştirdiğini tahmin edebiliyordum.

Sonrasında bahçe kapısının o gıcırtısını duymuştum. Şimdi ise Jungkook'un bana uzanan elleri gözlerimin önündeydi. Bir süre sadece ellerine bakmıştım. Sabit tutamıyordu ellerini. En az benim kadar titriyorlardı. Ellerimi toprak ananın kalbinden çekip çıkardım ve silkelemeye başladım. İğrenç görünüyorlardı. Çamur ve pislikler yapışmıştı. Bu halde onun ellerini tutmak istemiyordum.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin