Üçüncü Bölüm

340 56 64
                                    

Güneş ıslak omzumu yakmaya devam ederken ısınmış betonda parmak uçlarımın üzerinde ilerledim. Havuzdan yeni çıkmış nemlenen havluyla bedenimi sarmıştım. Yukarıya üstümü değiştirmeye çıkıyordum ki uzun ince sehpanın üzerindeki eski model, antika ev telefonum çalmaya başladı. Arthur'dan başkası olamazdı. Koşarak indim ve açtım telefonu.

"Bebeğim."

"Arthur." Sesini duyar duymaz gözlerim dolmuş ve sesim titremişti. Onu özlediğimden değildi. O gün yaşananlardaki tek ortağımdı.

"Sen ağlıyor musun?"

"Hayır." Ben hiç ağlamamıştım. Hele de birinin şahit olacağı bir anda... Asla. Bu yüzden yine ağlamadım.

"İyi değilsin sen. Sesin çok kötü geliyor bebeğim."

"Çocuk sakat kaldı Arthur!" Uzun bir süre ses gelmemişti.

"Kahretsin." Dedi kısık bir ses tonuyla.

"Sen korkağın tekisin. Beni burada tek bırakıp gittin. Çocuğu gördüğümde içim acıyor Arthur. Bizim yüzümüzden profesyonel bir basketbolcu sakat kaldı. Canın cehenneme!" Ses tonum yükselmişti. Tüm evde yankılandığında asla kendimi sakinleştirmek gibi bir çabam yoktu.

"Benim suçum ne? Sen de gelseydin. Bak hala zamanın var, kaçabilirsin." Ellerimi saçlarıma götürdüm.

"Anlamıyorsun! Bir hayat mahvettik. Bir şeyler yapmamız lazım... Arthur ben uyuyamıyorum." Son cümleyi diğerlerinden uzun bir süre sonra, acı içinde söylemiştim.

"Ne zamandan beri bu kadar düşüncelisin, duygusalsın? Sen böyle değildin Aurora." Evet, ben böyle değildim. En yakın(!) arkadaşım ölse bile umrumda olmazdı. İçim sızlardı sadece o da geçerdi ya da ben kendimi bu şekilde kandırıp böyle göstermeye çalışıyordum. Ama nedense bu çocukta öyle olmamıştı. Kalbim ağrıyordu ve ben bu sefer kendimi kandırıp umursamamazlık yapamıyordum.

"Sana iyi tatiller." Dedim ve kapattım telefonu. Sonrasında bedenim yere çöktüğünde gözlerimi parkelere dikmiştim. Bir kaç kere daha çaldı telefon ama açmadım. Arthur'un sevdiği kişi ben değildim. Sadece beğendiği kişiydim. Bedenimi seviyordu o. Ruhumu ya da kalbimi değil. Beni sevseydi yalnız bırakmazdı, bırakamazdı. Ama o rahattı çünkü aşık değildi. Bana aşık olsaydı tüm suçu, vicdan azabını benim üzerime bırakıp kaçmazdı.

Ani bir kararla yerimden kalkmış ve yukarı doğru koşarak adımlamıştım. Hızlıca üzerimi değiştirip günlük bir şeyler giydikten sonra havuzdan önce hazırlamış olduğum salatamla doyurdum karnımı. Evet, onun yanında gidecektim. Jungkook'un yanına gidecektim. Onu görmem lazımdı.

Saat 5 sularıydı. Kafamda kurduğum plana göre hareket edecektim. Önce evine değil, hastaneye gitmem gerekiyordu. Bu yüzden garajda duran arabamı yeniden kullanmaya karar vermiş, o gece ki gittiğimiz hastaneye doğru yola koyulmuştum. Doktoruyla konuşmam gerekiyordu.

Gün bitimine denk geldiğim için şanslıydım. Yoğun olmadığını düşünüyordum. Yanında hasta olmadığından emin olduğum sırada girdim içeri. İlk başta beni hasta zannedip, muayene zamanının dolduğunu söylese de vakit kaybetmeden kendimi açıklamaya başlamıştım. Pek dikkatli olmasa da dinliyordu. Dikkatini çekmek için Jungkook'u hatırlattım ona. Etkili olmuştu.

"Evet, geçen hafta taburcu oldu."

"Biliyorum. Ben sadece bu hastalığın geçme ihtimali var mı onu merak ediyorum?" Söylediğimden daha başka bir şey düşünüyor gibiydi. Kendince sorunları olmalıydı.

"Küçük bir ihtimal var ama bu olası değil."

"İhtimal?" Gözlerim tekrardan buğulandı.

"Almanya ve İngiltere de ani ve geçici felçlik için yapılan birçok çalışma var. Tedavisi yüzde yüz olmasa da üretilen ilaçlar da var. Ancak hastaya iyi gelir mi bilemeyiz. Hem çok pahalı... O genç adamın sigortası bile yok. Devlet bunu hayatta karşılayamaz. Sigortası olmayan birinin de onu elde etmesi ya da oraya gidip tedavi olması imkansız.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin