Otuz İkinci Bölüm

190 34 11
                                    

Ailem döndüğünden beri yeniden uyuyamamaya başlamıştım. Kendimi bildim bileli olan bir şeydi ancak birkaç aydır neredeyse hiç görünmüyordu. Güzel hayaller eşliğinde çabuk uykuya dalıyordum. Fakat şimdi, önceki gibi uyumak neredeyse saatlerimi alıyor, bazen havanın aydınlandığını bile görebiliyordum. Ne düşünüyorum? Ben de bilmiyorum. Dönüp baktığım zaman hiçbir şey düşünmüyormuşum gibi ama yine de sürekli içimde konuşan birileri var. Yıllar arasında gezip duruyorum. Kötü anılarım aklıma geliyor, beni kıran şeyler yeniden canlanıyor zihnimde.

Ve bunu kontrol edemediğim için birkaç gündür neredeyse hiç gece uykusu alamıyorum. Sabaha karşı uyuyor, akşama doğru uyanıyorum. Hayatım yeniden o kaçtığım düzensizliğe girmişti. Kendimi de şöyle ikna ediyordum. Kalkıp ne yapacağım? Zaten ayağım sakattı. Bir yere gidemeyecek, dans edemeyecektim. Öyleyse yat gitsin Aurora!

"Ne şimdi mi uyandın?"

"Oldukça tembelim değil mi?" Saatler önce attığı mesaja yeni yanıt verdiğim için bu tepki kaçınılmazdı.

"Ağrıların mı var yoksa?"

"Hayır, iyiyim. Sadece uyumaktan başka yapacak bir şeyim yok."

"Beni özleyebilirsiniz hanımefendi." Gelen cevap loş odamda yüzümü aydınlattığında kocaman gülümsemiştim. Parmaklarım kelimelere gittiğinde onları durdurmadım.

"Her saniye özlüyorum zaten."

Telefonu göğsüme bırakıp başımı tavana kaldırdığımda içimdeki mutlulukla gerneşmiştim. Beni bu kadar çabuk mutlu etmeyi nasıl başarıyordu? En iyi yaptığı işti ve keşke bu kolaylıkla yaptığı işi hep yanımda kalıp yapsaydı. O yanımda olmadığı için bu mutluluğum çok kısa sürüyordu. 

"Ne? Hala yatakta mısın?" Annem odaya girer girmez sesini yükseltmiş ve perdeye yönelmişti. "Hasta olacaksın Aurora." Klimanın kumandasını bulup klimayı kapattığında camı açmıştı.

"Nereye gidebilirim ki?" Bazen sakatlandığımı unutuyordu.

"Ah tatlım... Az kaldı, birkaç gün sonra o sargıdan kurtuluyorsun. Ağrın yok değil mi?" İlk defa bacağımın nasıl olduğunu sormuştu.

"Üstüne basabilecek durumdayım ancak doktoru dinliyorum." Hayır, Jungkook'u dinliyordum.

"Aferin benim güzel bebeğime. Sana haber vermek için gelmiştim. Bir aile yemeğine çıkalım diyorum. Biliyorsun bazı sorunlar oldu ve bunları çözmemiz gerekiyor. Daha da kötüleşmeden onları durdurmalıyız değil mi?" Tanrım... Gözlerimin parladığını hissediyordum. Annem, babam ve ben bir şeyler yapacaktık. Bunu en son ne zaman yapmıştık? 10 yaş doğum günümde miydi?

"Harika! Çok güzel düşünmüşsün anne! Saat kaç? Ben hemen hazırlanabilirim. Bana yardım etmesi için aşağıdan birini gönderebilir misin? Böylelikle sizi hiç bekletmem." Ağzım kulaklarımda büyük bir heyecanla konuştuğumda üstümdeki ince örtüyü kenarı sıyırmış ve bacaklarımı yataktan sallandırmıştım.

"Tatlım... Sen gelmiyorsun." Annemin teselli edici ve aşağılayıcı kocaman gülümsemesi dudaklarına yerleştiğinde ona bakakalmıştım. Ellerini birleştirdi ve bedenini birazcık salladı. Durumu nasıl toparlayacağını düşünüyor olmalıydı.

Kendimi rezil hissediyordum. İnsan annesine karşı böyle hisseder miydi bilmiyorum ama ben hissediyordum. Davet edildiğini sandığın bir arkadaş doğum günü partisine aslında istenmediğini öğrendiğin bir anın içinde gibiydim. Ve kendimi tüm okul tarafından izlenilen o ezik kız gibi hissediyordum. Yüzümdeki gülümseme parçalanarak bozulduğunda toparladım. Dudaklarımı gizleyebilirdim ancak gözlerimdeki hayal kırıklığını... Hayır.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin