Altıncı Bölüm

350 58 20
                                    

Davet edilmiştim, evet ama hemen gitmemeli az da olsa zamanın geçmesini beklemeliydim. En son dün evine bırakmıştım onu. Zayıflayan bacaklarını ve tüm evreni içine katan gülümsemesini unutamıyordum. Dans pratiğinden çıkmış ve arabaya binmiştim. Bu dans bana oldukça iyi geliyordu. Hem kafamı dağıtıyordum hem de daha fazla spor yapmış oluyordum. Üstelik o büyük gün de gittikçe yaklaşıyordu, yakında tamamen oraya kapanmam bile gerekebilirdi.

Hava kararmıştı bir nevi. Bugün kuaföre de gitmeyi planlıyordum ama sanırım ertelemeliydim. Henüz hareket etmemiş, aynadan kendimi kontrol ediyordum ki biri cama tıklamıştı. İrkildim ve koltuğun sağ tarafına koyduğum göz yaşartıcı spreye elimi götürdüm hemen. Bu konularda her zaman tedbirliydim ama sanırım bugün de , neyse ki, onu kullanamayacaktım.

Josef'di. Nedense onu gördüğüme sevinmiştim. Belki bir sapık olmadığı için belki de onu özlediğim için. Uzun sayılabilecek bir süredir görüşmüyorduk. Elimi kalbime götürüp indim arabadan.

"Korkuttum mu?"

"Senin derdin ne hı? Normal bir şekilde gelsene." Geniş bir şekilde gülümserken arkasına özürlerini sıraladı.

"Hadi gel, seni bir yere götüreceğim." Elimi sıkıca tutmuştu.

"Nereye?" Durdurdum onu.

"Sürpriz ama çok eğleneceğiz, güven bana." İyi fikirdi. Çünkü bu saatten sonra kuaföre gidemezdim. Evde öyle boş boş saatlerce oturmak da istemiyordum.

"Tamam ama kendi arabamla gelirim." Elimi çekmek için zorladım, bırakacağa benzemiyordu.

"Tamam, harika. Beni takip et o zaman." Gözlerimi kapattım ve onaylarcasına kafamı salladım. Benden birkaç araba geriye park etmişti. O hareketlendi, ben de onu takip ettim.

*

Kır lokantası gibi bir yere gelmiştik. Arabadan inip etrafıma bakındığımda bizimkilerden başka bir araç göremiyordum. Düşündüğüm tek şey ise kıyafetlerimin buraya uyup uymamasıydı. Kalın askılı, mini, siyah, geniş tek parça bir elbiseydi. Siyah giydiğim için şanslıydım. Çünkü siyah her şeye uyardı. Açık saçlarım ve spor sayılabilecek saçlarımla fena değildim. Aferin Aurora!

"Hadi gel." Dedi koluma dokunarak.

"Neden bildiğimiz bir yere gitmedik? Salata malzemeleri hakkında ne kadar hassas olduğumu biliyorsun. Kim bilir sebzeleri nasıl yıkıyorlar?"

"Merak etme burası harika bir yer. Bayılacaksın." Koluna girmem için kolunu bana doğru uzattı. Ve bende geri çevirmedim. Ne olursa olsun Josef'in beni yalnız bırakmaması hoşuma gidiyordu. Her ne kadar belli etmesem de...

İçeri girdiğimizde hiçbir müşteri yoktu .Evet, belli ki mekanı kapatmıştı. Girişten itibaren bizim masamız olduğunu tahmin ettiğim masaya kadar mumlar vardı yerde. Tavandan sarkmış muazzam güzellikteki ışıklar...T ek başıma olsam hareket edemezdim sanırım. Ama onun kolunda olduğum için masaya kadar ilerleyebilmiştim.

Gül yaprakları, değişik taşlar ve ışıklandırmalarla donatılmıştı masa. Ve birde kocaman bir şamdan vardı. Oraya gelmemizle kısık bir keman da eşlik etti bize. Ben arkadaşça bir yemek bekliyordum ama burada başka işler dönüyordu. Sandalyemi çekti ve bende şaşkınca yerime oturdum. Kızmıştım.

Josef... Bu yapacağın en son şey olmalıydı. Gözlerimi masadan kaldırdım. Çok açık sarı, bebek yaka tüm düğmelerini kapattığı bir gömlek giymişti. Saçlarını özenle yaptığı çok belliydi. Gerçi Josef hep bakımlıydı ama bu akşam daha farklıydı.

"Siparişlerinizi getirelim mi efendim?" Otuzlu yaşlarda bir adam söylemişti.

"Hayır!" Yüksek sayılabilecek bir ses tonuyla konuşup ayağa kalkmıştım. Adam geriye çekildiğinde keman sesi de susmuştu. Josef ise anlamsız gözlerle bana bakıyordu. O da ayağa kalktı.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin