On Yedinci Bölüm

305 47 40
                                    

Gıcırdayan kapıyı yavaşça kapattığımda ses yankılanması sanki hala devam ediyordu. Kuru toprağın üzerindeki taşlara basarak eve doğru yaklaştım. Genelde kapının önünde oturuyor olurdu. Ama bu sefer yoktu. İçeri de miydi?

"Jungkook?" ön bahçede bulamayınca onu içeri girmiştim. Tek tek odalara bakınıyordum. Ona söyleyecektim. Günlüğünün bende olduğunu, içindekileri okuduğumu, benden ne istediğini soracaktım. Öğrenecektim her şeyi. Böyle ikilemde olmuyordu. Burada dünya iyisi bir insan, neşeli, sevimli... Yazılarında intikam ateşiyle tutuşmuş bir canavar. Açık açık soracaktım. Buraya kadardı.

Evin içinde bulamayıp arka bahçeye çıktığımda ayakkabılarımın hala ayağımda olduğunu fark ettim. Umarım Taehyung evde değildir. Yoksa mutlaka eve böyle girdiğim için beni azarlayacaktı. Arka bahçeye çıktığımda yine hiçbirini görememiştim. Karanlık ağaçlara doğru bakarak bir daha seslendim. "Jungkook!" birkaç saniye sonra cevap gelmişti.

"Aurora! Buradayım, yukarıda." Kafamı havaya kaldırdım. Anlaşılan yine yıldızlarla bir randevusu vardı. "Yukarı gelsene."

"Biliyorsun, orası benim için biraz sıkıntılı."

"Taehyung senin için basamakları geniş merdiven yaptı." Gösterdiği yere doğru yürüdüm. Sağlam, korkutmayan, tahta bir merdiven vardı, evet. Taehyung'un böyle yeteneklerinin olduğuna şaşırıp merdivenlerden -birazcık korkarak- çıktım.

"Hoş geldin." Hilal şeklindeki ayın yansımasını gözlerinde görmüştüm. Gülümsedim ve hafifçe kafamı salladım. "Gel hadi." Bir tane sandalye vardı bu sefer. Yanında küçük bir sehpa ve üzerinde bir demet papatya...

"Geleceğimi biliyor muydun?" sandalyeye otururken söylemiştim.

"Hissettim..." tarifi zor gülüşüyle güldü ve göz kırptı. Hareketlerinden etkilenmemek imkansızdı. Gözlerim papatyalara değdiğinde buraya neden geldiğimi hatırladım. Ben sana bir şey söyleyeceğim kısmını içimden geçmiş, direkt konuya atlama bölümüne gelmiştim.

"Jungkook... Bende senin gün-"

"Bu arada bugün için kusura bakma." Aniden bana döndü.

"Neden?"

"Seni oraya götürmemeliydim."

"Hayır. Ben birden kalkıp gittim. Saçmalıktı."

"Sakat bacaklarımın hakkında konuşmayı sevmediğini biliyorum." Yüzünde şimdi buruk bir tebessüm vardı. Bana bakmakta tereddüt eden gözler ve stresten kemirdiği dudakları... Pişmandım. Onu kırmıştım. Kesinlikle gitmemeliydim oradan. Elimi bana yakın olan bacağının üzerine götürdüm. Ve tutabileceğim kadar sıkı tuttum. Sahiplenebileceğim kadar sahiplendim.

"Artık kendine sakat deyip durma. Bir daha o lafı duymayacağım Jungkook."

"Ama..."

"Hayır! Sakat yok!" çünkü o her sakat dedikçe benim kalbimden bir parça kopuyordu. Dayanılmaz oluyordu bu acı. "Hem sen iyileşeceksin. Tekrardan ayağa kalkacaksın. Basketbolunu oynayacaksın, koşacaksın."

"Bu asla olmayacak."

"Olacak."

"İyileşmeyeceğim Aurora!"

"Hayır, iyileşeceksin. İyileşmek zorundasın." Ses tonlarımız yükselmişti. Ve birbirimizin nefeslerini yüzümüzün her yerinde hissedecek kadar yakındık. Yüzünü incelemek istemiştim ama gözlerimi o muazzam gözlerinden çekememiştim. Bir süre, anlamsız bir şekilde öyle kaldık. Filmlerde oyuncular böyle sahnelerden sonra daha yakınlaşırlardı ama bizde öyle olmadı.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin