Bozuk ve ince otoyolun iki tarafı kısa bitkiler ve upuzun sazlıklarla çevrili.
Yarı karanlık yolda tek ışık siyah bir Cadillac 1940'ın farları.
Son iki buçuk saattir yolda olan araç son bir kere sola dönüp sahile doğru ilerleyen kavisi alıp yolun bitişinde durdu.
Araçtan uzun bir çocuk inidi.
Üstünde siyah bir kaban, elinde oldukça zarif yapılı mat siyah ve gümüş bir baston var.
Botları kumları ezerken terk edilmiş, otlarla kaplanmış sahildeki kulübeye doğru ilerledi, yüzünde ifade olmadan.
Kulübeye yaklaştığında arka taraftan gelen ritmik ses ile adımlarını oraya çevirdi.
Kaşısında birkaç tahta ile uğraşan, yapılı bir çocuk buldu.
Üzerinde eskimiş lacivert bir iş tulumu vardı.
Kollarını yukarı sıyırmış, el testeresi ile oldukça becerikli bir şekilde uzun dikdörtgenler kesiyordu.
Bir süre yeni gelen, diğerinin yaptığı işi izledi.
"Bana merhaba bile demeyecek misin yani?"
Elindeki testereyi bırakan çocuk iş eldivenlerini çıkardı.
"Merhaba sevgili Patron. Seni buralara hangi rüzgar attı?" dedi iç çekerek.
Fakat bıkmış gibi görünmüyordu. Hatta yüzünde minik bir gülümseme bile var denebilirdi.
"İşte benim Sannie'm. Hadi bu konuşmayı dinlenirken yapalım. Burayı bulmak çok yorucu." diyerek lacivert saçlının koluna girdi beriki.
İkisi kulübenin denize bakan tarafına yerleştirilmiş koltuklara ve masaya doğru ilerlediler.
Her şey eski ve yıpranmış görünüyordu.
Tabii izmarit dolu birkaç küllük ve etrafa rastgele dağılmış içki şişeleri ortamı daha şirin göstermiyordu.
"Seni karada bulmayı umut etmiyordum. Ee, ben yokken neler yaptın? İçmek dışında yani."
San arka kapıdan içeri girip iki bira ile geri döndü.
"Hm... Etrafı düzeltmeye çalıştım. İşe yaramadı. Eğer fırtına uyarısı yapılmasaydı açılmayı düşünüyordum. Ama hava bu aralar iyi değil."
San şişeleri açarken Seonghwa kafa salladı.
"Bu aralar tek iyi olmayan şey hava değil."
San'ın ona uzattığı şişeyi alıp yavaşça yudumlarken gümüş rengi denizi ve karanlık bulutları izlemeye koyuldu.
Bir süre sessizlikten sonra San elindeki şişeyle yuvarlaklar çizerek sordu.
"Patron, plan nasıl gidiyor? Beni bunun için mi aradın? Eğer öyleyse, dediklerinin hepsini yaptım. Biliyor olmalısın."
Seonghwa ona dönerek kafa salladı.
"Biliyorum. Senden de daha azını beklemezdim. Ama seni arama sebebine gelecek olursam..."
Dönüp karşısındaki çocuğun sarı irislerine odaklandı.
"İlk önce senin nasıl hissettiğini öğrenmem lazım."
Sarı gözlü de içkiden kafasını kaldırdı.
"Ne konuda?"
"Her konuda. Mesela şehre gelmeyi düşünüyor musun? Yoksa inzivaya devam mı etmek istiyorsun?"
ÅÄ°MDÄ° OKUDUÄUN
âïž ðð€ð§ð© ððððð âïž ðŒð©ððð¯
Hayran Kurgu⧠Ãsir. Ä°skandinavların savaÅçı tanrıları. ZduhaÄ. Ejder adamlar, fırtına getirenler, gece gelenler... Kelt kÃŒltÃŒrÃŒnde insanların bedeninde yaÅayan koruyucu gece ruhları. Onların isimleri bu. Evleri bu. Hayatları bu. Bu iki çete onların ait olduÄu y...