Zayıf güneş bulutların ardından bir görünüp bir kaybolurken, Zduhać'ın Mahzen'inde üç kişi oturuyordu.
İkisi simsiyah giyimliydi ve aynı sert bakışları taşıyorlardı.
Kızıl saçlı olan deri siyah koltukta somurtarak otururken öteki kokusuyla tüm odayı saracak kadar yoğun aromalı lavanta çayı içiyordu sakince.
Son çocuk ise diğer ikisi ile tam bir tezat oluşturacak şekilde beyazlar içindeydi.
Yüzü ifadesiz, renksiz gibi görünecek kadar hafif yeşil gözleri içlerindeki en büyüğün üzerindeydi.
"Biliyorum, Yeosang. Bana daha ne kadar bakmayı düşünüyorsun?" dedi çayından bir yudum daha alan Seonghwa.
Kızıl saçlı ise koltukta doğrulup kafasını iki yana salladı.
"Hayır, bence az bile yapıyor... Hayalet her ne kadar sinir bozucu olsa da kesinlikle haklı. Bu sefer destek falan olmayacağım."
Beyazlı çocuk hala belirgin bir mimik göstermemişti.
"Bakın, biliyorum. Bana söylediniz, beni uyardınız... Tamam mı? Haklı olduğunuzu kabul ettim. Şimdi biraz rahatlayabilir misiniz?"
Hayalet kafasını salladı liderin bu sözlerinin üzerine.
Kızıl ise keskin bakışlarını lidere dikmişti.
"Ejder ortada yok, Patron. Nasıl rahatlamamız gerekiyor? Tilki'nin de orada olacağını bile bile gönderdin San Hyung'u. Kim bilir o iki manyak arasında ne oldu da Ejder sırra kadem bastı..."
Lider hafifçe kafasını salladı.
"Doğru, onu bilerek gönderdim. Ama bu onun işi çocuklar. Onu sürekli Tilki'den kaçırmak gereksiz ve yorucu. Eninde sonunda olacaktı bu."
Jongho bu sözler üzerine iç çekip geriye yaslandı.
Çok da yanlış olmadığını biliyordu Jongho bu sözlerin.
Üstelik Şeytan bu tip duygulara hiçbir zaman önem veren biri olmamıştı.
"Peki ne yapacağız? Bir yere kendini kilitleyip içki içiyorsa ne âlâ.
O manyak kaybetmeyi hiç sevmiyor Hyung. Ortalıktan yok olması hayra alamet değil. "
Seonghwa çayından bir yudum daha aldı sakince.
"Abartılacak bir şey olduğunu sanmıyorum.
Zaba'yı ilk satın aldığında satış yapamazken de kaybolmuştu.
Geri döndüğünde üç gün mutfaktan çıkmamıştı.
Sonra da satışlar birden patladı, biliyorsunuz."
Kızıl saçlı kafasını iki yana salladı. İkna olmamıştı.
Ejder'in Tilki ile arasındaki şey Zaba ile olan bağından çok daha güçlüydü.
Ve oldukça zehirleyiciydi.
Ama şu an nerede ne yaptığını düşünmenin bir anlamı yoktu.
Fareleri bile kandırabilecek kadar zeki ve dikkatliydi Ejder.
Bulunmak istemiyorsa bulunmazdı.
Lanet herif.
"Aish, ölmediği sürece ne halt yediği umrumda değil, inatçı takıntılı pez-"
Seonghwa boğazını temizleyip Köpek'in küfrünü kesti.
"San'a biraz vakit verelim. Eminim toparlayacaktır. Zaba'dan fazla uzak kalamaz."
Sonra ince işçilikli bardağı bırakıp ellerini kavuşturdu.
"O gelene kadar da biraz etrafı çekip çevirelim, ne dersiniz?" dedi hafif bir sırıtışla.
Diğerlerinin sorgulayıcı bakışları üzerinde gezinirken uzun çocuk siyah paltosunu üzerine geçirmişti bile.
"Emret Patron?" diye sordu kızıl saçlı, büyük bir kuşkuyla.
Seonghwa her gün düzgün giyinirdi, ama bugün sanki biraz daha...
Paltonun düğmelerini ilikleyip kemerini beline dolarken onu izleyen ikiliye döndü Şeytan.
"Bence Sannie'miz geri dönmesine değecek bir şeyler görmek ister, haksız mıyım? O yüzden her işi düzgün yaptığımızdan emin olalım."
Jongho kafasını salladı yavaşça.
Zaten başka ne yapacaklardı ki?
Beyazlı çocuk ise ilk kez konuştu.
"Bir yere mi gidiyorsun Hyung?"
Elbette Şeytan'ın bir yere gittiği belliydi.
Ama Hayalet'in gözlerindeki hafif parıltılar bu sorunun başka anlamlar taşıdığını belli ediyordu.
İkili sessizlikle birbirine bakarken Jongho iç çekti.
Bu ikisinin arasında kalmak kadar sinir bozucu bir şey varsa, o da ona neler döndüğünü anlatacak Ejder'in de olmamasıydı.
Seonghwa siyah fötr şapkasını takarken gülümsedi.
"Ufak bir randevum var. Ben yokken buralara dikkat edin." dedi bastonuna ağırlık vermeden odadan çıkarken.
Jongho şimdiden bu iki deliden sıkılmaya başlamıştı.
. . .
Mahzen'den çıkan uzun çocuk yarım saat sonra şehir merkezindeki sokaklardan birinde indi ve şoförüne uzaklaşmasını emretti.
Birkaç metre boyunca bastonu ile yerde ufak sesler çıkararak yürüdü, ardından ufak bir barın önünde durdu.
Barın kapısını araladığında ufak bir zil sesi duyuldu.
İçerisi oldukça minik, eski ve klasik döşeliydi.
Ve sadece iki müşterisi vardı.
Biri Dedektif Kim, diğeri ise...
Gazeteci.
Tezgahtaki uzun sandalyelere kurulmuş, sessizce konuşarak viski yudumluyorlardı.
Kapıdaki zilin sesi ile ikili yeni gelene döndü.
Dedektif gülümseyerek açık kırmızı saçlarını geriye taradı.
"Demek ki alışkanlıklar değişmiyor. Her seferinde bilerek geç geldiğine eminim, Seonghwa."
Gazeteci ise ifadesizce yanıtladı.
"Hayır Hyung, sadece saati bozuk..."
Şeytan ise sırıtarak içeri girip Hongjoong'un diğer yanına oturdu.
İçeriden beliren bir garson ona bir bardak buzlu içki getirdi ve uzaklaştı.
"Ne kadar hoş ve nostaljik bir an..." diye mırıldandı şeytan içkiyi elinde çevirirken.
"Öyle... İkinizin didişmelerini duymayalı epey oluyor."
Kızıl dedektifin sözleri üzerine sessizleşen ortamı her zamanki gibi direkt olan Aesir lideri böldü.
"Ama herhalde bizi bunun için çağırmadın?"
Dedektif gülümseyerek yanındaki ikiliye döndü.
"O kadar hayranınız değilim, kusura bakma. Ama size birkaç haberim var. İyi mi, kötü mü siz karar verin..."
Derin bir nefes aldı Dedektif.
"Devlet son zamanlardaki hareketlerinizden memnun değil. Peşinizdeler."
_________________________________________
Geri geldim
Çoook üzgünüm bebeklerim iyi gittiğinden emin olmam uzun sürdü
Hala okuyan var mı bilmiyorum ama😔
Seviliyorsunuz♡♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✞︎ 𝙋𝙤𝙧𝙩 𝙈𝙖𝙛𝙞𝙖 ✞︎ 𝘼𝙩𝙚𝙚𝙯
Fanfiction♧ Æsir. İskandinavların savaşçı tanrıları. Zduhać. Ejder adamlar, fırtına getirenler, gece gelenler... Kelt kültüründe insanların bedeninde yaşayan koruyucu gece ruhları. Onların isimleri bu. Evleri bu. Hayatları bu. Bu iki çete onların ait olduğu y...
