• 35 • 'Saveur cerise.'

187 26 53
                                    


• Cherry Blossom ~
Lana Del Rey •

Bazen sadece hayal edersiniz çünkü elinizde kalan, size hayatın yaşamaya değer olduğuna inandıran şeydir hayal. Kore'yi, evimi, okulumu, babamı ve hatta annemle kardeşimi terk ederken tutunduğum tek şey ufacık bir hayal kırıntısıydı. İnanmıştım, her şeye rağmen; babama rağmen hayalimin peşinden gidebileceğime. Onun söylediği gibi, koşarak kaçtığım ağa sürünerek yeniden düşmeyeceğime; onun çizdiği çitin içinde dört dönmeyeceğime, bir başkasının hayatını yaşarken azar azar ölmeyeceğime...Yanılmıştım. Yanılmıştım çünkü hayallerin boyu hep kısa olur, kökü hemen kururdu. Bir ömre asla yetiremezdiniz o besleyip ömrünüz bellediğiniz düşü. Bir yerde hep tıkanır, bir şekilde yetmezdi. Bana da yetmemişti ve bütün her şey aynı babamın söylediği gibi olmuştu. Kendimi, onun yazdığı bir romanda debelenen bir kararkter misali hissetmiştim. Ben kahramanım sanmıştım, ancak ilahın planları bambaşka olmuştu. Şimdi de kaçtığım kavuğa sığınmıştım. Tamamen onundum artık. Babam beni istediği gibi şekillendirebilir, istediği desene yontabilirdi. Onun gömleğini devralmaya hazırdım, çünkü fark etmiştim; hayaller tükenince görevlerin baş rol oynadığını. Ve benim hayallerim tükenmişti. Ve benim görevlerim vardı. Bunu bana iyi öğretmişti.

Babamın kibirli yüzündeki manidar sırıtışa kurban etmiştim kendimi. Erasmus programından ayrılmış, tıp fakütesine girmiştim. Tıp fakültesine girmek zor olmamıştı, çünkü zaten neredeyse bütün hayatım boyunca babam tarafından buna hazırlanmıştım. Oysa edebiyat kazanmak için çok çalışmam gerekmişti ve bu,  babam aksini söyleyene dek hayatımda başardığım en büyük şey gibi gelmişti. Başarmış gibi hissetmiştim. İşte nihayet kanıtladın ona Jaebum, demiştim. Eh ben rüya görmeyi her zaman sevmiştim...

Fransa'dan ayrılalı bir kaç ay olmuştu ve benim hayatım şimdiden çok ama çok farklıydı. Sanki bütün dünyam tersyüz olmuştu. Bir kaç yıl önce, sahip olmayacağıma yemin ettiğim hayattı şimdi yaşadığım. Babamla aram düzelse de kendimle bozulmuştu. Kendime bunu yaptığım için, beni bir türlü bağışlayamıyordum fakat başka seçeneğim olmadığından da haberdardım. Bazen Youngjae'i bile suçluyordum. Onun göğsümde açtığı çukuru doldurmak için kaldıramayacağım dağların altına atmıştım kendimi ve şimdi de boğazıma kadar toprak doluydum. Tüküremiyordum ama yutamıyordum da. En azından annemin daha mutlu olduğunu görebiliyordum ve bu beni avutuyordu. Jennie'nin neşeli kahkahalarıydı bazen de beni devam etmeye iten. Mutlulardı, hatta babam bile mutluydu. Ben değildim. Merak ediyordum: acaba Youngjae mutlu muydu?

Mutlu olmasam da oldukça meşguldüm.
Yıllar önce elimin tersiyle itelemiştim bir doktor olmayı, çünkü şair olacaktım ancak şimdi ders kitaplarının arasından kurtulamıyor, labaratuvarlardan çıkamıyor ve formüllerden kaçamıyordum. Oldukça zorlansam da bir şekilde üstesinden geliyordum. Babamı memnun ediyor, annemlere gülümsüyor ve ailenin altın oğlu rolünü fena şekilde iyi oynuyordum. Hatta, bir zamanlar Youngjae'in dişleriyle çekiştirdiği pirsingimi dahi çıkarmıştım. Bana onu hatırlatıyordu ve benim kahrolmaya ayıracak vaktim yoktu. Bazen kendimi bu oyuna öyle kaptırıyordum ki keyif aldığım dahi oluyordu. En azından, bir amaca sahip olmak güzeldi. Youngjae benden ayrılınca, gövdemin yarısından olmuş gibi hissetmiştim. Şimdiyse tam olmasam dahi ayaklarım yere basıyordu. Bir şekilde yürüyordum. Belki istediğim sokak değildi ama güvenliydi.

Jackson'la iki haftada bir konuşuyorduk. Bana Paris'den bahsetmemeye özen gösteriyordu. Ben de aksini rica etmesem de bir iki kere kendime yenik düşüp, Youngjae'i hiç görüp görmediğini sordum. Görmedim, dedi fakat görseydi dahi bana söyleyeceğini sanmıyordum. Jackson'dan zorla haber alamazdım. Yine de  Youngjae'in iyi olduğunu bilmek hoşuma giderdi. Kore'ye dönüşümün ilk ayında, onu ve Jinyoung'ı bir kaç kez aramaya çalışmıştım ve başarısız olmuştum. Numarasını değiştirdiğini öğrenince denemekten vazgeçtim. Benim numaram hâlâ aynıydı, aramak isteseydi açardım...

Her şeyi çok hızlı yaşamış ve tüketmiştik. Ayrılığımız da çok süratli olmuştu. Bense nihayet fark ediyordum kiraz çiçeklerinin ömrünün böylesine kısa olduğunu, belki de ancak bir lahza kadar yaşandığını. Anılarımız onları ne kadar itelemeye çalışsam da geceleri zihnimde cirit atıyordu. Kafeye gelişini hatırlıyordum, evine gidişimi, yağmur altında ıslanışımızı, beni çizişini, yıldızlarımızı ve Versailles'ı. Sanki o gün gördüğümüz havai fişekler birlikte olduğumuza sevinerek patlıyor, daha sonra bunun kısa süreceğini bildiklerinden üzülerek sönüyorlardı. Belki de Versailles Sarayı, geceleri kararacağından o denli parlıyordu gündüzleri. Sanki biz beraberken bütün evren biteceğimizi biliyordu da o yüzden her şeyin en güzeline tanık olmuştuk. Doğa ayaklarımızın altındaydı, güneş tenimizi yalıyordu. Biz sevişirken ay ışığı üzerimize yağıyordu. Öyle çok şeyimiz vardı ki... Ve şimdi ne elde bir şey kalmıştı ne avuçta. Yine de pişman değildim. Onunla geçirdiğim her dakikaya iyi ki diyordum. Çünkü az da olsa yaşamış ve heybeme tonla hatıra yüklemiştim. Hepsi için müteşekkirdim. Hem acı olanlara, hem de onca zaman sonra dahi dilimin üzerinde hissedibildiğim kiraz tatlısına...






 Hem acı olanlara, hem de onca zaman sonra dahi dilimin üzerinde hissedibildiğim kiraz tatlısına

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.





Bonjour!

Ben geri döndüm!

Nasılsınız??

Biliyorum bölüm kısa diyeceksiniz, ki öyle ama bunu bir ara bölüm olarak düşünün. Jaebum'un, Fransa'dan ayrılışının sonra yaşanan şeylerden haberdar etmek istedim sizi. Bir de biraz katartik ve şiirsel bir bölüm oldu. Jaebum şiir yazmayacağına yemin etse de duyguları istemsizce dökülüyor... :')

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Fikirleriniz?

Sizi seviyorum.

Au revoir! 🍒

Art Cherry' • 2jae *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin