• 15 •"J'adore ton sourire."

500 57 108
                                    


• Elvis Presley ~ Always On My Mind •


Penceremden içeri esen serin rüzgârla uyandım. Gözlerim, aniden gün ışığına maruz kalınca kısıldılar. Yarı kapalı gözlerimle eğilip, komodinin üzerindeki dijital saate baktım. Alarmdan önce uyanmıştım ve okula gitmeden önce bir saatim daha vardı. Bunun verdiği rahatlıkla, gözlerimi tekrar kapayıp gerindim. Acıyla inledim. Omuzlarım, sırtım ve boynum tutulmuştu. Cam bütün gece açık kalmış olmalıydı ve son birkaç  gündür hava epeyce soğumuştu. Paris'in dengesiz havasına alışmakta zorluk çekiyordum. Sabahları çok üşürken, öğlenleri terleyerek geçirmek mümkündü. Akşamlar ve gecelerse her zaman favorim olmuştu. Karanlığın şiirsel güzelliği ve yıldızların mükemmel görüntüsü dışında, geceleri hava tam da sevdiğim gibi oluyordu. Serin ve yağmurlu... Geceleri sevmemin nedenlerinden biri de artık çoğu gece Youngjae'yle balkonumuza oturup kahve içerek sohbet etmemizdi. Balkonlarımızın bu kadar yakın olması bir mucizeydi ve ben de ona sahip olduğum için çok şanslıydım. Onu sanki yıllardır tanıyordum.  Ona alışmıştım ve o kesinlikle, edindiğim ya da bana lutfedilmiş en iyi alışkanlıktı. Bağımlılığa dönüşmesine ya ramak kalmış olmalıydı ya da öyleydi fakat hiç ama hiç şikâyetçi değildim. 

Kaslarımın ağrısını umursamamaya çalışarak, biraz daha gerindim ve gözlerimi açtım. Bir fincan kahveye ve aspirine ihtiyacım vardı. Okula gitmeden önce kendime gelmeliydim. Bu ağrıyla, ders dinleyebilmem mümkün olmazdı. Zar zor doğrulup yatağımdan kalktım. Ağır ağır doğruldum. Kaslarımı gevşetmek adına bir iki hareket yapmayı denedim, fakat yine de pek bir etkisi olmadı. Gözlerimi ovuşturup, ayaklarımı sürüyerek balkona çıktım.  Ona, onu sevdiğimi söylediğimden beri balkonumda her gün bir çiçek buluyordum. Kitaplarımın sayfa araları kuru çiçekler ve bolca hatırayla doluydu. Her gün bana bir hediye vermiş oluyordu ve bütün günüm ne olursa olsun, bir çiçekle düzeliveriyordu. Bugünse balkonun taş zemininde, parlak kırmızı bir karanfil vardı. Bütün ağrı ve acıya rağmen gülümseyerek, eğilip karanfili aldım. Bu sefer çiçekle birlikte bir şey daha vardı. Uzun ince sapa tutturulmuş ufak notta yalnızca bir cümle vardı.

" J'adore ton sourire."   

Gülümsemeni seviyorum.

Ufak bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. Beni gülümseteceğinden emin oluşunu seviyordum. Başımı hafifçe eğip karanfili kokladım. Çok güzeldi. Rengi ise Youngjae'in dudaklarını çağrıştırıyordu. Gerçi bana, onun dudaklarını hatırlatmayan bir şey yoktu. Onları düşünmek bile dilimin üzerine şarap ve kiraz tadını salmaya, ve beni sarhoş etmeye yetiyordu. Onun hayaleti, zihnimi bulandıran, kanımda arsızca dolaşan, mantığımı aptal eden, her hücremi titreten bir zehirdi. O bir zehirdi ve şu kesindi ki, ben bu zehri aldığım sürece gerçekten yaşıyordum.

Onun dudaklarını öpercesine, kızıl karanfilin taç yapraklarına bir öpücük kondurdum. Özlemiştim. Tenini  tenimde hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Onun dudaklarından bir kaç günlük yoksunluk, bir kaç yıllık esaretle birdi. Fakat onun da benim de çalışmamız gerekiyordu. Okul ya da iş gibi  dertlerimiz olmasa, her saniyeyi birbirimizin kolları arasında harcayacağımıza emindim. Yine de onunla geçirilen hiçbir saat, dakika ya da saniye harcanmış sayılmazdı. Serin havadan derin bir nefes aldım ve içeri döndüm. Karanfille notu çalışma masama bırakıp banyoma gittim ve oradaki işlerimi de hallettim. Oraya gittiğim sırada, mutfağımdan gelen kırılma sesi ile yerimden sıçradım. Ne olmuştu? Koşarak mutfağa girdiğimde, büyük camın önünde dikilen iki kedi görmeyi beklemiyordum. Kedilerden turuncu olan, mırlayarak yerdeki kırık vazonun etrafında dolanıyordu. Diğer beyaz kedi ise çok korkmuş görünüyordu ve cam pervazının kenarında garip bir şekilde duruyordu. İstemsizce bir kahkaha attım. Davetsiz misafirlerim, kızılamayacak kadar tatlılardı ve ben kedilere bayılırdım. O anda öfkelenmek, aklıma dahi gelmemişti. Kedilere zarar gelmesin diye, hızla vazoya ulaştım. Fakat sarı kedi, kendini korumak amacıyla bana tısladı. Gülerek bir elimi uzatıp, usulca başını okşadım. Anında başını elime sürtmeye ve keyifle mırlamaya başladı. Şaşırtıcı bir şekilde, oldukça temizdi. Şimdi bayılacaktım. Bu nasıl da tatlı bir şeydi böyle. Çenesinin altını kaşıdığımda kendini yere attı. Bir kahkaha patlattım. Minik kediyi bırakıp, vazoyu yerden kaldırmalıydım. Neyse ki kırık parçalar hiç saçılmamıştı. Kediciklerin yaptığı dağınıklığı temizledikten sonra, derince bir kap bulup biraz süt ve suyu karıştırdım. Turuncu olan kedi bacağıma dolanıyor ve miyavlıyordu. Beyaz olan ise hâlâ gergin bir şekilde camın kenarındaydı. Bana yaklaşmaya korkuyordu ama en azından gitmemişti de. Kabı yere koyar koymaz turuncu kedi, sütü büyük bir iştahla yalamaya başladı. Kocaman gülümsedim. Yavaşça beyaz kediye yaklaştım ve neyse ki onu da kucağıma almayı başardım. O kadar güzeldi ki bir sokak kedisi olması imkânsızdı. Kediyi sakinleştirip, diğerinin yanına koydum. O da sütü içmeye başlayınca gülümsemem iyice büyüdü. Kediciklerin yanıma çömelip onlarla konuşmaya başladım.

Art Cherry' • 2jae *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin