• Patrick Watson ~ Mélacolie •
Elimde not kağıtlarıyla koşuşturuyor, labaratuvara yetişmeye çalışıyordum. Otobüs yolda bozulmuş ve trafikte sıkışıp kalmıştı. Çok önemli bir derse geç kalmak üzere olduğumdan, otobüsten atlayıp koşmaya başlamıştım. Beynim korna sesleriyle çalkalanıyordu. Arabaların arasından geçerken, çantamın yırtılması planımda yoktu. Ben çantayı toparlamaya çalışırken defterimin düşüp, sayfaların arasından kayması da planımda yoktu. Sinirim feci bozulmuştu. Nihayet kaldırıma ulaştığımda ayağım bir taşa takıldı ve yere kapaklandım. Başım kaldırımla buluşurken ellerimdeki kağıtlar etrafa saçıldı. Doğrulduğumda notlarımın yarısı uçmuş ve arabaların altına kaçmıştı. Alnımda ve avuçlarımda feci bir sızı vardı ve burnumdan damlayan kanın dudaklarıma süzülüşünü hissedebiliyordum. Bir kaç kişi telaşla bana yaklaşırken, utancımdan kendimi araçların önüne atasım geldi. Hemen ayağa fırlayıp uzanabildiğim notları toparlamaya çalıştım. Bana iyi olup olmadığımı soranlara teşekkür ettim ve yeniden koşmaya başladım. Burnumu beyaz gömleğimin koluna sildim ve buna hemen pişman oldum. Sessiz sessiz küfürler savurarak kaldırım boyunca koştum. Ancak bir anda, bir plak dükkanın açık kapısından sızıp kulağıma ilişen müziğin sesi durmama neden oldu. Patrick Watson çalıyordu. İşte şimdi hüngür hüngür ağlayacaktım.
"İşte böyle poz vermeni istiyorum."
Telefondan bana gösterdiği fotoğrafa tekrar baktım. Pierre Julien'in "Gladiateur Mourant" eserini yüzüme sallayan elini indirip onu kendime çektim.
"Bir heykel kadar sabit durabileceğimi sanmıyorum, hele ki o pozisyonda."
"Sadece bir süreliğine." diye mırıldanırken çıplak omzuma sulu bir öpücük bıraktı. Ona nasıl hayır diyebilirdim ki?..
"Peki bir soru."
"Hmm?"
"Neden beni devamlı ölen karakterler gibi resmetmek istiyorsun? Yoksa bilmem gereken bir şey mi var Jean?"
Rolcü bir şekilde kaşlarımı çatıp geri çekildim."Evet aslında ölen şeylere zaafım var." derken gözlerini kocaman açarak üzerime geldi.
Onu yakalayıp havaya kaldırdığımda bacaklarını belime sardı, ben de kalçasını kavrayarak yerini sabitledim. "Biliyor musun, nekrofili olsan da sana aşık olurdum."
Kıkırdadı ve hayretle sordu. "Sahiden mi?"
"Hayır tabii ki de!" dediğimde ikimiz de bir kahkaha patlattık.
"Güzel, çünkü korkmaya başlayacaktım."
Sırıtarak dudaklarına ulaştım. "Benim içim rahat, ölülere değil de vücudumun girdiği her şekle zaaafın olduğunu biliyorum." deyip onu derince öptüm.
Avuçlarını yanaklarıma dayayıp, bana karşılık verdikten sonra geri çekilip dudaklarımın üzerine fısıldadı. "Oh mon dieu! Narcissus'a aşık olduğuma inanamıyorum."
~Aman Tanrım!~Güldüm ve başımı yana çevirip hâlâ yanağımda olan avcunun içine bir öpücük bıraktım. "En azından nekrofili değilim, Echo."
Güneşten düşen kahkahalarından birini daha kulaklarıma bahşetti. "Oui. Bunda haklısın."
O kucağımdayken bir süre daha öpüştük. Kollarım ağrıyınca onu yere indirmem gerektiğini anladım ki kollarım genelde o üzerimdeyken ağrımazdı, anlaşılan o ki bayağıdır birbirimizi öpüyorduk. Artık işe koyulmanın vakti gelmişti.
Onu yere indirir indirmez atom karınca misali çalışmaya başladı.
Bir sürü kağıdın stok edildiği ahşap rafa gidip; en altından bir ruloyu koltuk altına sıkıştırıp, aynı raftan keskin bir ustura ve kumaş için kullanılan büyük bir zımba aldı. Bense dağınık yatağına uzanmış onu izliyordum. Bütün malzemelerini ahşap zemine bırakıp, cama dayadığı fazlasıyla büyük tahta çerçeveyi kaptı ve yeniden malzemelerini koyduğu yere vardı. Dizlerinin üzerinde eğilerek tuval bezi olduğunu bildiğim kumaşı yere boylu boyunca serdi. Ardından ahşap çerçeveyi kumaşın üzerine koyup ölçtü, sonra usturasıyla gereği kadar bez kesti. Fazla kumaşı tekrar rulo halinde sararak ardına koydu. Serili bezin kenarlarını çerçevenin köşelerine uygun biçimde katladı, bir kaç düzeltme ve yeniden ayarlama yapıp zımba tabancasıyla kumaşı çerçeveye sabitledi. İstediği gerginliği sağlayınca, bütün köşeleri özenle katlayarak zımbaladı. Ardından hazırladığı tuvali ters çevirip zemine baktı. Eliyle yüzeyi bir kaç kez süpürdü, parmak uçlarıyla iyice hissederek memnun bir tebessüm takındı. Bütün bu yaptıklarını sayısız kez izlemiştim ve her seferinde ilk defa görmüş misali hayran kalıyordum. Tuval hazırlayışını ilk gördüğüm zaman neden kendi tuvalini hazırladığını sorduğumda, yapacağı resime dair her şeyin onun elinden çıkmış olmasını sevdiğini söylemişti. Yüzde yüz emek, demişti. Yüzde yüz emek, bir şeyin ruhundan olmasını istiyorsan her zerresine kendini katmalısın. Resmin ancak öyle gerçek olur.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Art Cherry' • 2jae *
FanficResmet bizi sevgilim, güneşin doğduğu yere. Kiraz çiçekleri açıversin, aklının en ücra köşelerinde. Bir gece ağarırken, alacakaranlık değerken kirpiklerine. Yağmurun nemli kokusunda buluş benimle. Ve sev sevgilim. En mümkün şey sevmekmiş gibi. [ ars...