Soğuk vurdu, yıkılmış, köhne, çatısı akan evime. Bacası tıkalı sobam bile ısıtmıyor artık içeriyi. Duvarlar üşüyor, perdeler titriyor ve kapılar çığlık atıyor. İçeride sinsi bir duman yayılıyor, bense kanepede yatıyorum. Bedenim uyuşuyor, sobam alev aldı sanıyorum.
İşin aslı ben, ölüyorum...Gel zaman git zaman günlerden bilinmeyen bir gün, masal değil. Masal olamayacak kadar dehşetli anılar var. Ama bu onlardan değil. Çatırdayan sobanın üzerinde küçük kahverengi bir demlik üstü. Siyah boyaya boyanmış kulpu var, altları ise sobanın isi bulaşmasın diye çamurlanmış. Çamur sobadan vuran sıcaklıkla; ısınmış, kurumuş ve çatlamıştı. Genç kadın kırmızı yazmasını omzuna doğru attırdı ardından yatakta hasta yatan oğluna göz attı. Yanakları kızarmış, terden saçları ıslanmıştı. En az kendisi kadar ağır olan yorganın altında sıkışıkalmıştı.
"Kurban olurum ben sana, Topalağım benim, aç gözünüde ıhlamur içireyim sana."
Hafif iniltisi odada duyulurken gözlerini ırıldı. Annesi usulca omuzlarından tuttu ve döşeğin içinde bedenini doğrulttu. "İçmek istemiyorum." Huysuz, birazda kırgın çıkmıştı sesi. Boğazları dolmuş, burnu tıkanmış dudakları çatlamıştı. Dahası ufacık bedeni nasıl sızlıyordu nasıl. Anlatamazdı.
Henüz beş yaşındaydı. Okuma yazma pek bilmezdi. Her tatilde olduğu gibi, ara tatilde de köye gelmişlerdi. Gece boyu hasta yatmış, sabaha karşı kümesten gelen horoz ötüşünü duymuş ama gözlerini açamamıştı. Küçük oda buram buram ıhlamur kokuyordu. Bedenini zar zor yatakta tutarken gözlerini kısarak yanan sobaya baktı.
"Çok üşüyorum ben." Mırıltısı annesine gelirken, genç kadın elinin tersiyle çocuğun alnını yokladı. "Anaaa ateşin yine çıkmış ya senin."
Çocuğunun üzerinde ki eşek yükü olan yorgan hızla kenara attı ardından beyaz boğazlı üstünü çıkarmaya çalıştı. Kollarından kolayca çıkan bodynin boğaz kısmı kafasında takılı kalmıştı.
"Ya nefes alamıyorum, anne kafam." Hafif öfkeli şekilde söylenmesi ile bir seferde asıldı bodye, sonunda çıktığında, zaten kızarık oğlu daha da kızarmıştı. Yüzü asılmış gözleri dolu dolu olmuştu. "Kafamı acıttın." Dedi içli bir sesle. Dokunsa ağlayacak gibiydi. Onun bu haline hem üzülüyor hemde gülesi geliyordu.
"Tamam, özür dilerim."
Beyaz atleti ile öylece oturmuş her an ağlayacak gibi ona bakan oğlunun gönlünü almaya çalıştı. "Acıdı ama."
Minik çocuk yakınmayı ve o hassas yapısından dolayı nazlanmayı bilirdi. Hatta annesinden duyduğu ilgi ile şımarırdı bile. O zamanlar nazlanmanın ne demek olduğunu bilirdi, ama hayat çeke çeke alacaktı elinden tüm bu duyguları. Şimdilik degerini bilsin bol bol kullansındı.
"Bir şey yok işte Esen, sus ağlama."
Kırmızı oyalı çemberini başından alarak kenarda duran suyla ısladı. Minik Esen başına gelecekleri anlamış gibi elleriyle yorganı tekrar üzerine çekmeye çalıştı.
"Olmaz anne, olmaz." Annesi ıslak soğuk yazmayı çıplak bedenine sürmeye başladığında ürperen bedenini daha çok sokmaya çalıştı.
"Bir dur be oğlum, ateşin var."
"Ben düşsün istemiyorum. Sürme artık, soğuk." Hırslı hırslı söylenmesi ile annesi tebesüm etti. Ateşten elinde tuttuğu ıslak yazma bile ısınmıştı. "Yanıyorsun, hala istemiyorum diyorsun. Oynamasaydın karla, ben sana demedim mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proletarya
RandomEsen, yirmi dört yaşında iki yıllık bir memurdu. İyi yaptığı tek şey; iki dakikada 120 kelime yazmak ve bulunduğu ortamda görünmez olmaktı. Arkadaşı ve sevgilisi yoktu. Dahası, hayatında hiç öpüşmemişti. • • b x b •• 11.09.20