Fütursuzca...Eda hayatının son yıllarını tam olarak böyle yaşıyordu. Kimseyi umursamamaya çalışarak. Zamanında eski eşi ona tam olarak şöyle demişti "İnsanları bu kadar takıntı haline getirmeni anlayamıyorum Eda. İnsanlar hep konuşur durur sen onlara kulak tıkamayı öğrenmen gerekiyor yoksa üzülen hep sen olursun. Böyle dedim diye bana da kızacaksın biliyorum ama lütfen artık her şey için çok çabalamayı bırak. Sonra emeğini kimse görmüyor, vefa borcunu ödemiyor diye gönül koyuyorsun."
Aldığı büyük hayat derslerinden biri de buydu işte.Birine bir şey yapınca ileride o da ona yapar diye düşünürdü hep, olmayınca da üzülür dururdu. Eda ilk olarak iyiliğin karşılıklı bir şey olmadığını öğrendi. Birine evdeki ekmeğini doğrasın diye verdiğin bıçak, gün gelir kendisine saplanırsa çok şaşırmaması gerektiğini öğrendi mesela.
Ya da sürekli beslediği köpek onu ısırsa da gönül koymaması gerektiğini. Çünkü kendisinin yaptığı her şey kendi hür iradesiydi. Sen birine sürekli iyilik yaptıktan sonra ondan karşılık bulamayınca buna üzülmemesi gerektiğini savunuyordu eşi.
Oldu olası saçmalıktı. İnandığı dinde bile yaptığı her sevap için ödül varken karşılıksız iyilik biraz boktan geliyordu.
Birine bir şeyler yaptıysa eğer günü gelince o kişi de ona yapıversindi. Ne olacaktı? Karşılık beklemek kötü bir şey miydi?
Mesela o eşini hiç aldatmadıysa, onun da aldatmaması gerekti ama olmamıştı işte. Şimdi bu yüzden üzülmemesi mi gerekti? Ya da bu şey aynı olay değil miydi?
Birini karşılıksız sevmek diye bir tabirin olmayışını kabullenemeyen insanlar "Platonik Aşk" tabirine de karşılıksız aşk demezler miydi? Bu da çok boktandı.
Kimse karşılıksız aşk diye bir şeyin olmadığını sadece karşılık beklemeye devam eden bir aşk olduğunu kabullenemiyordu?
Birini sevince oturup onun da seni sevmesini bekler yahut çabalardın. Hep seni seveceği o ana takılı kalırdın ya da seni seviyor oluşuna dair ufak tefek anlar yakalamaya çalışırdın. Karşılık beklemeyi kestigi an o aşkı bitirdiğin andı.
İşte uzun deneyimlerinden biri de buydu. Karşılıksız aşk yoktu, karşılık bekleyen aşk vardı. Ve o beklentilerin sonunda ya karşılık bulurdun ya da biterdi. Birinden umudu kestiğin an biterdi zaten her şey. Birinden umut kesmek demek seni onunla bağlayan her şeyi koparmak demekti, özünde sevgini de.
Sevgide kopardı yani, düğme gibi bir şeydi. İyi dikemezsen ilk zorlukta kopardı, sonra da kaybolurdu yürüdüğün o sokakta.
Bizim dikişi sıkı tutmamız, sürekli tazelememiz gerekiyordu. Hayat ipleri koparmak için çok çaba harcayacaktı ama hasar görmüş o yeri bulunca düzeltmek ömrünü uzatacaktı.
Eda ilk eşinden olan düğmeyi koparalı çok olmuştu. Zaten düşecek gibi olan o düğmeyi kendi eli ile çekip koparması onu duygusal olarak zorlasa da fiziksel olarak pek yıpratmamıştı. Avucuna aldığı zaman da aslında hiç oraya ait olmaması gerektiğini de anlamıştı. Geç olmuştu, güç olmuştu ama yine de zararın neresinden dönerse kardı.
Aşka da kesmemişti, sadece iyilik yapmayı azaltmıştı ve biraz da fütursuzluk eklemişti. Baya da mutlu olmuştu. Ya da sanmıştı işte. Mutlu olduğunu.
Sıranın üzerinde bir fuarın amblemi olan deftere alabildiği her notu yazarken tahtayı görmek için gözlerini kıstı. Gözlük yoktu yanında, zaten kafası da dalgın olduğu için dersi son dakika hatırlayıp koştur koştur gelmişti.
Kalemi bile yoktu o da başka birindendi . Bir efsanedendi. Gururdu adı. Hemen arka çaprazında oturuyordu ve gayretle not yazıyordu. Eda kalem ve defteri ona veren Gurur'u utandırmamak için gayretle not alıyor ve geçen ondan aldığı notların vefa borcu ile yanıp tutuşuyordu. Bir yerlerden bir şeyler bulup yardım etmeliydi yoksa yapmazdı. Ölse yine yapamazdı, o vefa borcu illa ödenecek o iyilik mutlaka karşılık bulacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proletarya
AcakEsen, yirmi dört yaşında iki yıllık bir memurdu. İyi yaptığı tek şey; iki dakikada 120 kelime yazmak ve bulunduğu ortamda görünmez olmaktı. Arkadaşı ve sevgilisi yoktu. Dahası, hayatında hiç öpüşmemişti. • • b x b •• 11.09.20