Sen bize gel, kal, burda

936 91 64
                                    

Yıldız Tilbe' Şivesi Sensin Aşkın

Bir kareli battaniyeye dünyayı sarabilirsiniz deselerdi inanmazdı ama o iki evreni sığdırmıştı. Özünde her kalp, sonsuzluğu olan bir evrendi.

Esenin zamanında televizyonu bile yoktu. Gerek duymuyordu. Sonra tüplü bir tane oldu. O da ailesi ziyarete geldiklerinde kaldıkları bir iki haftalık süreçte sıkıldıklarını iddia ederek getirdikleri kömürlükte hayatını faraler arasında idame ettiren tüplü bir televizyondu. Esen onu severdi. Küçükken hafta sonları sabah saatlerinde oynayan çizgi film kuşağında duyduğu mutluluğu hatırlar mutlu olurdu. Bağlı bir cihazda yoktu, kenarından sarkan bakır tele sardığı bir çay kaşığı ile kendince anten yapmıştı, o ne çekerse onun kanalları vardı. Yirmi kanal var mıydı pek emin değildide. Sonra daha yeni bir olayla bir gün çıkıp televizyon alırken buldu kendini. Tuhaf bir olaydı. Dışarı çıkmış ve birden bir teknolojik marketin önünde durmuş çok sevdiği bir klibin ekranda oynayışını ve fotoğrafların parlaklığına kapılıp kendini kasada buluvermişti.

Taksitlerin adamı değildi Esen. Taksite bağlanan her şeyden de nefret ederdi. Taksitle borcu bölüştürüp daha yarına çıkması kesin değilken; on iki ay sonrasına yapılan plana gülerdi. Ayrıca cebinde olmayan parayı sanki var gibi harcanmasıda hoşuna gitmezdi. Parası varsa o an alırdı yoksa zaten hiç benim olmamalı diye uzak dururdu.

Taksitli sevgileride sevmezdi, sözleride.Babası bir bayram gününde birmanken üzerinde görüp çok beğendiği o takımı taksit taksit almıştı. Halbuki öyle iki parça bez için ağlayan bebek değildi ama bayadır, ona bir şey alınmıyordu. Hep abilerinin eskilerini giyerdi ama o kıyafetleri istemişti. Kazağı, ceketi, pantolonu ve ayakkabıları. Hepsini istemişti. Bir gün okula kıyafetlerim yıkanıyor diyerek onları giyip gitme hayali bile kurmuştu. Sınıfındaki bazı çocuklar öyle yapıyordu, kıskanıyordu.

Babası öyle yapmamıştı. O zaman önleri kış diye, montu da olduğu için sadece kazağı almıştı. Kazak eskiyedururken de pantolonu almıştı. Yaz gelirken ayakkabıları eklemişti ama pantolonu tam o ara yırtmıştı. Kazağında mevsimi geçmişti...Ceket ise hiç onun olmamıştı.

Ama o an babasında çok kalbi kalmıştı. Büyüdükçe onu da anlıyordu, belki onu ona alsaydı annesine yeni bir çift ayakkabı alamayacaktı. Ama yinede ilk defaydı sadece bir sefer şımarmak, bir kere bencil olmak istemişti. Hayat ona elinin tersiyle vurmuş ve olmaması gerektiğini haykırmıştı.

Taksitli gönül almalardan da haz etmiyordu bundan dolayı. Keşke babası o gün o kazağı da almasaydı. Keşke sonra o pantolon ve ayakkabıyıda almasaydı. İyi niyetle yapmış, mutlu ederim sanmıştı... Mutlu olmuştu pek tabii ama giydiği her seferinde içine oturan o hayali takımı hatırlayıp, üzülüp durmuştu. Hiç biri onda olmasaydı elbet unutup gidecekti ama unutmaya fırsat vermemişlerdi.

İşte boğaza dizilen, içte ukte kalan tüm hayaller böyle kalıyordu. Hiç olmasa, olur gibi bile olmasa, hiç imkan gösterilmese eğer insanın aklının ucunda bile kalmayacak olan bir tutku; tıpkı bir ağacın köküne verilen bir iki damla su ile besledikçe gürleşmesede hep bir yerde yaşayacaktı... ama yarım kalarak.

Yarım kalan her şeyi kenara postalayıp kasaya dönelim. Esen, o gün bir miktar olan nakit birikmişi de orada yemişti. Zaten o para hakkında da oldukça kararsızdı, bir vakfa falan bağış yapmayı düşünüyordu ama nasip olmamıştı. O gün istekleri, iyi insan olma düşüncesini biraz ezdi. Bazen böyle olabiliyordu. Bazı istekler diğer duyguları hiç zorlamadan ezebiliyordu.

Akşamına televizyon duvara kurulmuştu. Tüplü televizyonu ise mutfağa sokuşturmuştu, izleyecekliğinden değilde sadece tekrar karanlık bir kömürlüğe girmesine gönlü razı gelmediğinden. Sanki kendi çocukluğunu kapatıyorlar gibi içi sıkkınlaşıyordu çünkü.

ProletaryaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin