Bir akşam oturdum seni sevdim

881 106 73
                                    

Deduplüman- Çözemezsin

O gün kafam çok doluydu, ondandır galiba çok iş yapmıştım. Camları silmiş, perdeleri boyum yetmeye yetmeye takmıştım. Her şeye el atınca sen eksik kalma istedim.

O yüzden bir kuyunun dibinde gibi hissettiğim anlarda yeni sildiğim kanepeye oturdum sonra da seni seveyim bari deyiverdim.

Ne komik bir bahane, yoksa gerçek mi?

Esen eli çenesine sabitlemiş önünde duran boşalmış tabakları umursamaktan çok uzaktı. Cihan kendi bitmiş yemeklerini bir güzel yemiş, boş tabaklı tepsiyi Esen'in önüne iterek onun önünde olan yarısı duran yemekleri sanki yaptığı en olağan şey buymuş gibi kendi önüne alıp yemeye başlamıştı.

"İki kişilik yiyorum, iki kişilik." Derken ağzına bir kaşık pilavı tıkmış, iki de havuç turşusu göndermişti.

Cihan bu sıralar iki kişilik şeylere alışmıştı. Hani bir alışınca bırakması da hayli zor oluyordu. Yirmi bir gün kim sabredecekti? Yok ona göre işler değildi.O bir şeye başlayınca sonuna kadar giderdi.

İki kişilik hayal kuruyor, iki kişilik yiyor ve iki kişilik seviyordu."Benim kalp buna nasıl dayansın. Hayat çok acımasız."

"Siz spor yapıyorsunuz ya. Bu size bir şeycik yapmaz."Esen bilmiş bilmiş karşısında kalan yemeğini götüren adama laf yetiştirirken tabakta duran meyvelerden birini ağzına attı. "Sporla sindirilecek şey mi bu" derken işin cümlesinin öğesi farklıydı. Cihana göre yemekten bahseden kimdi? İki kişilik sevgiyi nasıl sindirecekti sporla Allah aşkına? Aklı olan biri anlatsaydı da rahatlasaydı.

"Değil mi ki? Midenizin sindiremediği yemeğini yemesenize!" Esen'in kızgınlıkla karışık endişeli sesiyle omuz silkti. "Sana mı sorayım canım. Ben sindiremesem de memnunum. Ne diye karışıyorsun?" Derken eğleniyordu. Ardından yeşil fasulye yemeğini kaşığına doldurmak yerine ekmeğine suyunu bandı. Şeker mi katmışlardı? Biraz tadımsı hali vardı.

Esen huysuzca kaş çattı. Eline yasladığı çenesini çekti. "Sizi düşündüğüm için dedim. Bir daha düşünmem." Sesi kızgınca çıkıyordu. Cihan'ın dediklerine kızmaktan çok midesini ağrıtacak kadar yediği içindi siniri. Midesi ağrıyorsa ne diye yemeye devam ediyordu. Hala kıkırdayarak fasulyeyi götürüyordu.

Bu kadar yemeyle nasıl zayıf kalıyordu, sporla eritiyordu belki de. Yine de sabah ona yetişip kendisi bir simit alırken o dört simitle kapatıyor, birde içerideki dolabına soktuğu kahvaltılıkları çıkarıyor, zorla onu da oturtuyordu.

Esen tek simit, bir bardak çay hatta bazen canım çekerse iki de üçgen peynirli kahvaltısına alışıktı. Böyle birde simide çikolatalar, ezmeler, farklı peynirleri sürünce bu düzeni terk etmiş gibi hissedip üzülüyordu. Ama yeni düzenden pek şikayetçi olduğu da söylenemezdi. Alışmışla kudurmuşa çare yok derlerdi. Esen alışmak üzereydi, eh Cihancığım ise biraz kuduruk.

Küçük ayran kutusu tek dikişte bitirdiğinde onu da boşalan tepsiye a-tarak peçete ile ağzını kuruladı. Çok yemenin verdiği mayışıklığı üzerinden atmak için gerindi. "Ağırlık yaptı demi ?"

Esen'in sorusu tam olarak dışarıya şöyle yansıyordu, o kadar çok yersen hazımsızlık çekersin bak. Cihan sırıtarak iki tepsideki tabakları tekte birleştirdi ve ayağa kalktı. "Ne ağırlığı yapacak" dedi. "Bunun üzerine birde tatlı gömeriz köşedeki pastaneden."

Esen elleri boş arkasından giderken Cihan boş tepsileri bölmeye bırakmıştı. "Tatlıyı yarın yesek. Hiç gönlüm yok" Esen arkasından onu takip ederken bir yandan da cevap veriyordu. Cihan yemekhanenin arka çıkışından binanın ara bahçesine girmişlerdi. Üç blok birbirine ulama halinde birleşmiş aralarında da böyle güzel bir alan bırakmıştı. Bir iki kişi kenarda sigara tüttürürken Cihan dudaklarını arsızca yalamış. Oyunbaz bir çocuk gibi ellerini cebine sokup geriye doğru yürümeye başlamıştı. "Benim canım şöyle güzel bir muhallebi çekti. Üzerinde de kakao"

ProletaryaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin