.III.

5.2K 529 120
                                    

Araç taşlı yolda ilerlerken rahatsızca oturduğum yerde kıpırdandım. Yanımda oturan komutanın ise dikkatı yoldaydı. Sol kolunun dirseği cama yaslanmış eliyle çenesini ovarken, diğeri direksiyonu sıkı sıkıya tutuyordu.

Bu hâline akıl sır erdiremiyordum. Acaba beni birine mi benzetmişti? Lâkin kim ise benzettiği kişi epey bi' bilenmişti ona karşı. Karakolun önüne geldiğimizde yavaşladı ve barikat kuran askerlerin yanından geçerek köşede bir yere park etti. Araçtan inmeden evvel bana kısa bir bakış atıp,"İn."dediğinde burundan bir nefes verdim.

Araçtan inip karakolun içine o önde ben arkasında girdiğimizde, birkaç askerin Tahir'i gördükçe selam durmasıyla odasına kadar ilerledik. "Komutan!" Koridorun ortasında seslenen askerle durdu Tahir. Kaşları onu ne zaman görsem olduğu gibi yine çatıktı. "Evet." diyerek önünde selam durmuş askere bakıyordu.

"Eşref Yüzbaşı geldiğinizde yanına gitmenizi emretti."diyen askerle durdu, bana dönerek bir süre baktı. Ardından bir nefes vererek başını salladı memnuniyetsiz bir hâlde. "Tamam." Tahir'in onayıyla kısa bir baş selamı veren asker de yanımızdan ayrıldı.

"Burada bekleme, odaya geç otur. Geleceğim."Bana karşı kurduğu ilk uzun sözü bu olabilirdi. Kezâ onu dâhâ önce uzun uzadıya konuştuğunu da görmemiştim. Bundan mütevellit garip gelmişti. "Bakma öyle avel avel, gir." Bu dediğine kaşlarım çatıldı. "Komutansın diye saygım var, lâkin bana hakaret edemezsin."dedim.

Kendini yükseklerde görüyorsa yere çalardım bende. Kimse kimseden üstün değildi.

Mavi gözleri dik dik bana bakarken sıkıntıyla bir nefes aldım. Bakışlarında garip bir şeyler vardı sanki. Fakat anlayamıyordum bir türlü. Dudak kenarı hafif kıvrılırken kaşlarım kalktı. Neden gülüyordu şimdi?

"Geç, geleceğim." Odasının kapısını açarak omzumdan içeriye itelediğinde hayretle döndüm arkama. Kısa bir bakışın ardından kapı yüzüme kapanınca sinirle elimi alnıma attım. "Deli midir nedir ya!"

Üstüm başım is olduğundan oturmadım bir yere. Ne de olsa yüksek mevki yerlerdi burası. Belki kimse bir şey demezdi lâkin benim içim rahat etmezdi.

Odanın içinde göz gezdirdim. Cam kenarında bir masa, hemen önünde deri iki koltuk, bir de küçük sehpa vardı. Hemen karşısında duvara yaslı dolap, ki göründüğü üzre içi birçok evrak ve dosya doluydu. Küçük bir odaydı fakat öyle kasvetli de değildi.

Cam kenarındaki mermerin üzerine konulmuş minik bir saksı vardı. Yaprakları mavinin tatlı tonu, ortası ise sarı olan küçük naif bir çiçekti. "Bu adamın çiçek baktığına inanmak güç." dedim mırıltıyla. Kezâ benim bitkilere ayrı bir hevesim vardı.

Kocaeli'deki evimizin bahçesinde renk renk çiçek ve meyve, sebze yetiştirirdik. Askerdeyken de böyle işlere genelde biliyorum diye beni gönderirdi komutanlar. Bilgim öyle çok yoktu anam gibi ama hevesliydim böyle şeylere.

Mavi taç yapraklarını parmak ucumla severken biraz eğildim koklamak için. Ağır olmayan hoş bir kokusu vardı. Geri çekilip çiçeğe bakarken kapının aniden açılmasıyla irkildim. Tahir, ilk girdiğinde kaşları çatılda da cam kenarında olduğumu görünce kaşları kalktı. Hemen sonra da bakışları kala çiçekte olan elime indi.

"Neden oturmadın?"diye sorup ardından kapıyı da kapadı. Elimi çiçekten çektim ve birkaç adım öne geldim. "Üstüm başım is hep. Oturmak istemedim."dedim elimle üstümü gösterirken. Kaşları çatıldı. Yine neye sinirlendi anlamamıştım.

"Saçmalama, geç otur." diyerek omzumdan tutup masanın önündeki deri koltuklara itelese de omzumdaki elini tutup durdurdum onu. "Kirlenir."dedim koltuğu işaret ederken. Cevap vermeyince ona döndüm. Gözü elinin üstüne koyduğum elime bakıyordu. Rahatsız hissederek elimi çektim. Mahçup olmuştum.

Gözleri elimi çekmemle bana dönerken, başımı eğdim kömür isi olmuş ellerime doğru. "Kirlenirse temizlenir. Geç otur hadi." dediğinde daha fazla diretmeyerek oturdum. Garip bir hâl almıştı sanki ortamdaki hava.

O da önümdeki koltuğa geçtiğinde ellerimi iç içe geçirerek ovdum. Sessizlik uzarken, "Neden buraya getirdin beni Komutan?" dedim daha fazla uzatmamak için. Ne ise sorun bir an evvel halledip buradan gitmek istiyordum. Hiç rahat değildim çünkü mavi gözleri bana dikkatle bakarken.

Derin bir nefes aldı ve geriye yaslandı. "Askerliğini nerede yaptın?" Sorduğu şeyle kaşlarım çatıldı. Bunu sormak için mi beni buraya kadar getirmişti? "Neden soruyorsun?" dedim anlamadığımı belli etmek istercesine. Yaslandığı yerden doğruldu ve dirseklerini bacaklarına dayadı.

"Soruya, soruyla cevap verme." dediğinde sinirlensem de karşımdaki adamın bir rütbe sahibi olduğunu bildiğimden saygımı bozmadım. "Yalova'da, acemi er birliğinde yaptım." dediğimde kasıldı bir an. Ardından gözlerini benden çekti ve bir yere sabitledi. Onun bu hâlleri beni iyiden meraklandırsa da bir şey sormaya da çekiniyordum.

Yine bir süre ses etmedi. Öylece oturduk. Sessizliği derin bir iç çekiş ve ayaklanması bozarken, "Başka sualin yoksa gideyim ben artık." dedim. Gözleri beni bulduğunda sanki daha farklı bakıyordu. Öylece bakıştık biraz. "Seni bırakayım."dedi.
Başımı iki yana salladım, "Yok sağol. Ben giderim."dedim.

Lâkin beni dinleyeceğini kapıya ilerleyip,"Muzaffer!"diye seslenmesiyle anlamıştım. Sıkıntıyla nefes verdiğimde ayaklanmıştım.

"Emredin komutanım!" diyerek selam duran adama,"Hasan'ı istediği yere kadar bırak." diyerek tembihlediğinde, "Gerek yok, ben giderim."dedim. Mavi gözleri bana döndü."Muzaffer bıraksın, yorgunsundur zaten. Yürüme." dediğinde ilk defa bu denli ılımlı konuşuyor oluşu beni hayrete düşürse de bir anda ne olduğunu anlamamıştım.

Fakat uzatmamak için başımı salladım. O da bana bakarak başını salladı ve birlikte karargahın önüne kadar ilerledik.

Araca binerken bile kapının önünde bekliyordu.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin