.XXXVI.

2.6K 305 40
                                    

Oradan oraya koşturan çocuklar, ellerinde tuttukları balon ve süslemeleriyle kendilerince bir oyun tutturmuşlardı. Köyün biraz uzağında kalan, yürümeyle ancak yarım saati bulan yere, köyün tek minibüsüyle gelmişti Hasan da herkes gibi. Anası ve Hayriye teyze kadınların oturduğu alana geçerken, Çetin'i çoktan okuldan arkadaşları gelip götürmüştü. Kendisi tek kalınca, öylece dikilmeyi bırakarak etrafta ufak bir gezintiye çıktı.

O sıra Süheyla, yanında koluna girdiği bir adamla kendilerine ayrılmış yere doğru ilerliyordu. Adamın dalgalı kestane saçları geriye taranmış, birkaç ufak tutam ise alnına düşmüştü. Temiz yüzlü, uzaktan iyi biri gibi duruyordu. Hal ve tavırlarından anlaşılacağı üzere, şehirden biri olduğu besbelliydi.

Hasan ikiliye buruk bir şekilde baktı. Ufuk için çok üzülüyordu lâkin her şey kader kısmet meselesiydi. Bazen senin sevdiğin senin olmuyor, olmayacak bir insanla da sen yâr oluyordun.

Ağır adımlarla gülüşerek konuşan, arada gelen tebrikleri kabul eden ikilinin yanına vardı Hasan. Süheyla onu görür görmez yüzündeki tebessümünü büyüttü. "Hoş geldin Hasan." diyerek elini uzattığında, kısaca başını salladı Hasan uzatılan eli tutarak. "Ben sizi tebrik etmek istedim muallim hanım." dedi, Süheyla'nın yanında durmuş bakan adama da bir göz atarak.

"Çok sağ ol." diyen Süheyla, yanında duran adamı göstererek, "Nişanlım Feridun." dediği gibi, genç adam güleç bir tavırla elini uzattı tokalaşmak adına. Hasan, yüzündeki yarı tebessüm haliyle adamın elini tuttu. "Tebrikler." dediğinde, adam yanındaki Süheyla'yı yanına çekerek elini omzuna attı. "Çok teşekkür ederiz." Hasan, onların bu mutlu hâline bakarak izin istedi ve yanlarından ayrıldı.

"Ah be kardeşim, kim bilir nasıl yanıyor için şimdi..." diyerek, iç çekti sakin bir yere diğer ilerlerken.

Gözleri ışıklar çekilmiş geniş bahçede geziyor, hınca hınç dolu insan hangamesinde kahve gözleri tek bir simâyı arıyordu. Nişan beklediğinin aksine çok da şehir işi değildi. Süslü birkaç masa ve sandalye, üzerlerine bırakılan paket çerezler, ışıkların arasında görünen renkli süsler, davul ve zurnanın birine karışan sesine eş halay çeken erkekler ve en köşede kazanların başında yemek pişiren kadınlı erkekli birkaç kişi vardı. Sade, hemen her köy nişanında olan şeylerdi bunlar.

Öyle dalmış gezinirken, madende tanıştığı birkaç kişiyi görünce ayak üstü sohbete tutulmuş, hâl hâtır sormuştu. O süre içinde gözleri her ne kadar etrafta gezinse de bir türlü aradığı kişiyi bulamamanın verdiği hüzünle omuzları indi. Bu gece karakolda acil bir işi çıkmış ve gelememiş olabilirdi. Veyahut işi uzamış ve geç gelecek de olabilirdi.

Konuştuğu kişilerle kısaca vedalaşıp ellerini siyah kumaş pantolonunun ceplerine koymuş en köşede bir yerde dikilmeye başlamıştı. Gözleri halay çeken ve bir yandan da gülen insanların üzerinde gezerken, ne kadar zaman geçti bilinmez, yan tarafından gelen hışırtılarla başını çevirdi.

Bulunduğu yere fazla vurmayan ışık sebebiyle, gelen kişiyi yanına yaklaşana kadar tam olarak kim olduğunu anlayamamıştı. Çekingen adımlarla, üzerine giydiği boncuklu elbisesi ve omzundan aşağı saldığı sarı olduğunu az çok tahmin ettiği saçlarıyla yanına yaklaşan kıza baktı. Yanlarında pek insan olmadığı için şimdiden girilmişti Hasan.

"Meliha teyzenin oğlu siz misiniz?" diyerek, ela gözleriyle ona bakan kıza başını salladı. "Benim." dedi, kaş çatarak hâlâ ne için sorduğunu kestiremediği için.

Kız doğru kişiye gelmenin tatminliği ve rahatlamasıyla, derin bir nefes verdi. Yüzü solgun ışık altında bile, görünecek kadar allanmıştı. Hasan kızın tepkilerine bakarak huzursuzca kıpırdandı derin bir nefes alarak.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin