.VII.

4.8K 484 37
                                    

Koridordan gelen ayak sesleriyle yaslandığım yerden doğruldum ve gelen Muzaffer'e baktım dikkatle. Askeri botların sesi sessiz holde yankı yaparken, çok sürmeden yanıma gelip durdu önümde.

Elindeki ufak kağıdı bana uzatarak, "Kısa olmak suretiyle görüşe izin verildi. Bu kağıdı oradaki nöbetçi askere ver, o sana yardımcı olur. Revir arka taraftaki binada."diyerek her şeyi anlattığında uzanıp kağıdı aldım.

Yüzbaşı'nın onayı olduğuna dair imza olan kısa bir nottu.

"Sağolasın kardeşim, kolay gelsin." diyerek kısaca baş selamı verip ayrıldım oradan. Komutanlığın arka tarafındaki binaya ilerlerken, birkaç askerin de bahçede eğitim yaptığını görmüştüm.

Ağaçlık alanı geçip diğer binaya girdiğimde kapının girişinde ki masada oturan nöbetçi askere yaklaştım. Elindeki deftere geçtiği notları beni fark etmesiyle bırakırken seslenmemle tamamen bana döndü. "Buyurun?" diyerek beni baştan aşağı süzüp kaşlarını kaldırdı.

Madenden yeni çıktığım için üstüm başım kır pas içindeydi. Yeni yeni hissettiğim utançla yutkundum. Ne diye böyle gelmiştim ki?

Elimdeki notu ona uzatarak, "Ben Tahir komutanı görecektim."dedim utana sıkıla. Elimdeki notu alıp bakan askere bakarken bir yandan da üstüme başıma olabildiğince çeki düzen vermeye çalışıyordum. Kısa bir süre bana bakarak başını salladı.

"Koridorun sonundaki ilk oda." diyerek solda kalan Koridorun işaret ettiğinde, "Eyvallah." demiş ve kısa bir selamla yanından uzaklaşıp koridor boyu ilerlemiştim.

Attığım her adım içime garip bir heyecan duygusu yayarken aynı zamanda tedirgindim de. Ne için gelmiştim sanki? Ne diyecektim neden geldin derse?

Düşüne düşüne geldiğim kapının önünde durduğum vakit, derin bir soluk aldım. "O kadar geldim, bari geçmiş olsun diyeyim." diyerek vazgeçmeme müsaade etmeden hızla çaldım kapıyı.

İçeriden yorgun bir, "Gir." sesi geldiği vakit derin bir nefes alıp biraz araladım kapıyı. İlk olarak başımı içeri sokup baktım içeride başka biri var mı, veyahut  da müsait mi diye. "Hasan?" hayret dolu sesi kulaklarıma ulaştığında, üç yataklı odada tek bulunan kişiye, Tahir'e döndü gözlerim.

"Müsait misin komutan?" dedim destur isteyerek. Solgun yüzü beni görmeyi beklemediğinden olsa gerek şaşkınlığını atabilmiş değildi. Yattığı yerden doğrulmadan evvel, "Gel tabii." diyerek kendini yukarı çekmek için ayaklandı sıra göğsünü acı bir iniltiyle tuttuğunda hemen içeri geçip kapıyı kapadım.

Yanına hızla vardığımda, "Boşa deli demiyorlar demek ki." dedim yarasına aldırmadan ayaklanmaya çalışan adama bakmadan. Bana baktığını bilsem de dönüp bakmadım yüzüne.

Omuzlarından tutarak doğrulamasına yardım ederken omzuma gelen yüzüne bakmamaya çalışıyordum. Yatık duran yastığı biraz dikeltip bir yastık dâhâ koydum arkasına. "İyi mi böyle?" dedim yarasına bir mahsuru olup olmadığını sorarken. Mavi gözlerini bana dikip bir süre baktı yüzüme.

Yakın oluşumuzdan mütevellit kendimi biraz geri çekip boğazımı temizledim. Cevap vermeyi yeni akıl ediyor gibi derin bir iç çektikten sonra, "İyi, teşekkür ederim." dediğinde başımı sallayarak yatağının yanındaki tahta sandalyeye oturdum. Kirlenecek bir şey olmaması iyiydi.

Kendimi biraz geri çekip rahat bir hâl alırken gözlerim komodinin üzerinde duran şeye takıldı. Şaşırarak baktım küçük mavi taç yapraklarıyla duran çiçeğe. Bu adam bulunduğu her yere bu çiçeği de mi götürüyordu?

"Gelmeni beklemiyordum."diyerek söze ilk o başladığında, gözlerimi çiçekten alarak ona döndüm. Yorgun mavi gözleri, solgun duran güneşten esmerleşmiş teni ve yattığından olsa gerek alnına dağınık bir şekilde düşmüş saç tutamlarına baktım. Cidden, bu hâlde nasıl oluyor da onun buraya gelmesine müsaade etmişlerdi  anlamıyordum.

Adama boşuna deli Tahir demiyorlardı demek ki.

Bu düşünceyle istemsiz tebessüm ederken, anlamamış bakışlarla bana bakan Tahir kaşlarını kaldırdı. "Bakkaldan alacaklarım vardı, o ara duydum vurulduğunu. Gelip bir geçmiş olsun demek istedim komutan. Kötü mü ettim?" dedim az öncesine nazaran ciddiyetle.

Mavi gözleri kinayeyle parlayıp gülümser gibi olunca bu kez ben kaldırdım kaşlarımı. "Ne diye gülüyorsun şimdi?" dedim anlamayarak. Elini göğsündeki yaraya atıp bir müddet nefeslendi. "Gelmene sevindim, iyi etmişsin. Teşekkür ederim." dediğinde pek inandırıcı olmasa da başımı salladım.

Üzerine giydiği beyaz bol yarım kollusundan içindeki sargı belli oluyordu. Ortam sessizleşince gözlerim yine odayı izlemeye daldı bir şeyle meşgul olmak ister gibi. Kocaman bir pencere olan karşı duvar ve hemen yanında ona yan şekilde dizilmiş iki yatak, bir ecza dolabı ve karşı duvara yaslı iki kapaklı bir dolap dâhâ.

Ellerim iç içe geçmiş nasırlaşıp kabuk bağlayan yerleri kaşırken, başımı kucağıma eğdim. Kalkıp gitmem gerekiyordu. Akşam olacaktı birkaç saat sonra. Lâkin bir türlü ağzımı açıp da gitmek için müsaade isteyemiyordum.

"Aslında,"diyerek sesi pürüzlü gelen Tahir'e döndüm. Eli hâlâ yarasında bana bakmayıp komodinin üzerinde duran çiçeğe bakıyordu. Kısa bir an ben de baktım çiçeğe istemsizce.

"Aslında yokluğumda şükür eder ve beni unutursun sanmıştım." Gülümseyerek bana döndüğü vakit, mavi gözleri kahve gözlerimde durdu. Maden yüzünden böyle dediğini düşünerek derin bir soluk çektim içime.

"Yokluğunda madende çalışmak dâhâ iyi, kabul. Ama," diyerek oturduğum yerden ayaklandım. Mavi gözleri her hareketimi dikkatle izlerken sandalyeyi az önceki yerine koydum. "Sen de insansın komutan. Bu da senin başına bir şey geldiğinde şükretmemi değil, üzülmemi gerektirir. Ki sen bir askersin, tam aksine varlığın için şükür etmek gerekmez mi?" dediğimde öylece bana bakarak durdu bir müddet. Öyle bir bakıyordu ki... Bir anlam yüklemek zordu. Konuşmayacağını anladığımda gözlerimi mavi gözlerinden çekerek kapıya ilerledim.

"Bu gün geldiğin için çok sağol Hasan." Tahir'in dedikleriyle ona dönüp ufak bir tebessümle başımı eğdim biraz mühim değil der gibi. "Ne demek komutan. Ayrıca hastanede kalman dâhâ iyi olmaz mıydı? Dün vurulup bu gün buraya gelmişsin. Bu senin için yarayışlı değil." dediğimde bana bakarak gülmüş olmasına ilk başta şaşırdım. Çünkü onu Çetin'e gülümseyerek baktığı vakitten başka kimseye güldüğünü görmemiştim.

Şaşırmış hâlim onu dâhâ çok güldürmüş gibi bedeni iyiden sallanmaya başladığında bir anda acıyla elini göğsüne bastırıp ah'ladı. Tam endişeyle yanına yaklaşacağım vakit boştaki elini kaldırıp, "İyiyim iyiyim." dediğinde kaşlarımı çattım. "Deli herif. Üsteğmen olacaksın bir de." dedim bu hâline karşı.

Acısına rağmen gülümseyerek, "Başına deli Tahir demiyorlar." dediğinde başımı iki yana sallayarak yüz buruşturduğumda bana öyle bir baktı ki, kendimi garip hissederek ona bakmayı kestim.

Başımı eğerek boğazımı temizlediğimde yıkasam da tam çıkmayan kömür isi olmuş ellerime kısa bir bakış atarak, "Ben gideyim, anamlar bekler." dedim müsaade ister gibi başımı kaldırıp ona bakarken.

Başını kısaca sallamış, "Geldiğin için sağol yine."dediğinde dâhâ fazla dikilmeyi keserek dönüp açtım kapıyı. Kapıdan çıkmak üzereyken, "Telaşından bakkalda unuttun herhâlde?" diyerek kinayeyle baktığında kaşlarımı çattım. "Ne bakkalı?" dedim anlık gafletle. Bu dediğime güldü.

"Hani bakkal Erdinç abi demiş ya vurulduğumu. Sen de bakkaldaydım dedin, alacakların orada kaldı telaştan sanırım onu diyorum." dediğinde yerin yarılmasını ve içine girmeyi dinlemiştim o an. Boynumdan yanaklarıma kadar alev alırken kulaklarım bile kızarmış olmalıydı.

O bu hâlime bakarak gülümsemesini büyütürken yutkundum. "Almamıştım alacağımı o dediğinde. Şimdi gideceğim." dedim iyiden batırır gibi. Bir şey demek için ağzını açtığı vakit, "Kal sağlıcakla komutan." demiş ve koşar adım ilk binadan ve hemen ardından askeriyeden çıkmıştım.

"Ulan sen yalan söyleyebiliyor musun da, adama onu dedin!" dedim kendi kendime kızarak gerçekten de bu kez bakkala giderken. "Off, off... Düştüm şimdi diline kesin." Elim saçlarım arasına girip ofladığımda son pişmanlığın fayda etmediğini bilerek yürümemi hızlandırdım.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin