.XXV.

3.4K 432 52
                                    

Tahir'den...
*
*
*

Hızını biraz olsun azaltmamış yağmurun cama vuran sesine karşı maden ocağının önüne geldiğimizde, birbirine giren kalabalığı ve hızlı hızlı hareket edip oradan oraya bağıran insanları görmemle kalbim boğazımda atmaya başlamıştı. Dâhâ araç bile tam durmadan attım kendimi arabadan.

İnsan hengamesini aşa aşa önüne taş toprak yığılmış, tavan olduğu belli olan yerin içe çökmüş toprağına bakarken nefesim kesilir gibi oluyordu. Gözlerim her yerde tek bir simâyi ararken, onu her göremediğim saniye kalbimdeki yükün arttığını hissediyordum.

"Komutan!" diyerek  arkamdan koşturan kişiye döndüğümde üstü başı çamur olmuş, gözleri kızarmış Ufuk'u görmek beni daha da yakmıştı. Hasan neredeydi...

Hızla ona doğru adımladığımda, onun bacaklarında güç yokmuş gibi henüz fark ettiğim Muzaffer'in kolundan destek alıyordu. "Hasan nerede!" diye bağırdım. Şu anda kimin ne düşündüğü umurumda bile değildi. Kezâ can pazarı kurulmuş bu yerde kimsenin buna dikkat edeceğini düşünmüyordum.

Birbirine karışan insan seslerinin arasında, "Hasan göçükte kaldı. Yardım edin ne olur!" diyerek ağlamaya başlayan esmer bedeni sıkı sıkıya tuttu Muzaffer. Sanki o an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Biri kalbimi göğsümden tutup çıkarmış gibi bir sızıyla ağrıdı kafesim.

Titreyen bacaklarım, yağan yağmurdan ıslanmış üstümü umursamadan var gücümle göçüğü açmaya çalışan erler ve maden işçilerinin yanına koştum. Nefes alamıyordum, göğsüm yanıyordu.

Orada gördüğüm maden ocağından sorumlu adamın yanına koştum. Herkes gibi o da elindeki kürekle toprağı kaldırırken, bu şekilde iki güne bile zor açılacak toprağa yağmur mu yoksa gözlerimden akan yaşım mı düştü bilmiyordum. Hasan'ım toprak altında kalmıştı...

Küreği yeniden toprağa saplayan adamı tutarak kendime çevirdim. "Madenin diğer çıkışı nerede!" diye bağırdığımda nasıl bir halde olduğumu bilmesem bile, adamın gözlerinde gördüğüm korku ve panik buna cevap olur gibiydi.

Yutkundu. Konuşmadığı her saniye daha da sinirlenirken, "Söylesene lan! Nerede diğer çıkış!" diyerek bu kez sarstım koca bedenini. Sinirliydim, korkuyordum, en çok da Hasan'a bir şey olma düşüncesi ömrümden ömür götürüyordu.

"Arka taraftaki orman yoluna bakan yerde. Ama biz baktık, bele kadar su inmiş. Mümkün değil-" Hâlâ konuşan adamı salarak koşmaya başladım. Gözlerimin önü her an buğulu dururken, uzaklaştığım seslerden ancak kendi kalp atışlarım doldu kulaklarıma.

En son ne zaman bu denli bir korku yaşadım bilmiyordum. Dağda vurulduğumda, az mühimmatla pusuya düştüğümüzde... Ben her an ölümle burun buruna olmama rağmen, dâhâ evvelinde böyle bir korku yaşamamıştım. Kimse benden sevdiğimi almamıştı çünkü.

Tarla yoluna geldiğimde önü demir mazgal demirleriyle kapatılmış yeri açtım hemen. Bele anca gelen suyu gördüğümde içerisinin ne kadar kötü bir durumda olduğu belli oluyordu.

"Allah'ım, sen Hasan'ımı bana bağışla." diyerek derin bir nefes aldığımda, beklemeyerek hızla girdim içeri. Şu içinde ne kadar hızlı olunursa o kadar hızlıydım. İlerledikçe azalan ışıkla birlikte bir umut sesimi duyar diye, "Hasan!" diye bağırmaya başladım.

"Hasan, neredesin!" Geçtiğim yerler, sanki her an üstümüze çökebilir gibi duruyordu. O kadar desteksiz ve dayanıksızdı ki değil yağmur, sert yel vursa çökecek gibiydi.

Ayağımın altında ezilen çamur, taş ve toprağı hissediyordum. "Hasan!" diye bir kez daha bağırdığımda aldığım tek dönüp sessizlikti. İyiden kararan görüşümle, bir müddet gözüm karanlığa alışana kadar dikkat kesildim etrafa. Olur da görürüm diye.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin