.XXII.

3.5K 391 29
                                    

Taşlı yolu ağır aksak ilerlerken, güneşin batmak için zaman kolladığı için gökkubbe de görünen kızıllık iç rahatlatıyordu.

Sabah yaşadığım duygu karmaşasından sonra kendimi biraz dâhâ rahat hissediyordum. Fakat içimde kol gezen yeni farkındalığın getirdiği endişe ve korku yerini koruyordu hâlâ. Kahveye geri döndüğüm vakit, gidişinden dâhâ fena bir hâlde dönmüş olmam sebebiyle İrfan abi bu gün istirahat etmem için eve yollamıştı.

Lâkin değil istirahat etmek, bir an olsun içimdeki bu gerginliği atamamıştım. Düşünmek ise bir çözüm yolu sunmuyor aksine kafamı dâhâ da karıştırmama neden oluyordu. Sabahtandır kaçıncı olduğunu bilmediğim bir iç dâhâ çektiğimde yanımda ilerleyen Ufuk yan bir şekilde bana döndü.

Eve döndüğüm vakit, yüzüm nasıl bir halde bilmesem de Ufuk'un ağladığımı anlaması zor olmamıştı. Kezâ kızaran gözlerimden başka ne gibi bir anlam çıkarabilirdi ki? O kadar irdeleyip sormasını karşı ona asıl mevzuyu bir türlü anlatamıyor oluşumdan bana tavır almıştı. Bu durum hoşuma gitmiyor olsa bile yapacak bir şeyim yoktu. Ona öylece bir erkeğe gönül verdiğimi söylersem vereceği tepkiden korkuyordum. Üstelik ben dahi bu duruma hâlâ alışamamışken onun ılımlı yaklaşmasını bekleyemezdim.

Bana tavır aldıktan sonra konuşmamış olsa da yine de beni bu şekilde bir başıma bırakmamak için aşağı köyde bu gece nişanı olan bir ahbabının şenliğine götürüyordu beni de. İçini merak kemiriyor olsa bile dönüp bana bir kere daha bu gün ne olduğunu sormamıştı. Belki de benim ona söylememi bekliyordu. Fakat ben bunu ne kadar zaman geçerse geçsin söyleyebilir miydim ona bilmiyordum.

Yol boyu aramızda duyulan tek ses toprak yoldaki ayak seslerimize karışan kuş sesleriydi. Dalgın bir halde ilerlerken Ufuk'un derin bir nefes aldığını işittim. Bu durum beni bir zaman sonra huzursuz etmeye başladığından artık dayanamayarak, "Söyle Ufuk." dedim uzun zamandır konuşmadığım için kısık çıkan sesimle.

Bunu dememi beklemiyor olacak ki ilk duraksadı bana dönüp. Hemen ardından ise boğazını temizleyerek elini ensesine çıkardı. Sormak istemediğini lâkin dâhâ fazla da dayanamadığı anlaşılıyordu halinden.

"Ya oğlum, ne olduğunu demiyorsun. Tamam, deme ama buna sebep olan şeyi söyle bari. En azından kendimi avutacak bir şeyim olsun elimde. Endişeleniyorum kardeşim senin için. Üç günde süzüldün be!" Sona doğru sertleşen sesiyle başımı yan çevirip sinir ve endişeyle kasılmış yüzüne baktım. Onu anlıyordum, hak da veriyordum lâkin bu ona diyebileceğim bir konu değildi.

Buna sebep olan şey neydi? Tahir'i öne atacak olursam ilk iş soluğu karakolda alacağını ve ondan hesap soracağını biliyordum. Ben bir süre ne diyeceğimi kestiremeyip susarken, o da bana bakarak bir şeyler anlamaya çalışıyordu kendince. Lâkin istediği gibi olmamış olacak ki, "Ulan üç günde ne oldu da böyle oldun? Basın mı belada da bana demiyorsun? Biri mi tehdit ediyor seni? Tahir mi yoks-" diyerek giderek hararetlenen konuşmasını, "Ufuk öyle bir şey yok, bir dur." diyerek böldüm. Lâkin bu dediğim sinirini katlamış gibi elini alnına çıkarıp ovdu.

"Hasan, dinime imanıma yaşlandım kardeşim. Vallahide billahi de yaşlandım." Kendi kendine olan hamurtusu bozulan sinirleriyle birlikte gülerek çıkmıştı sinirli bünyesinden. O gülünce ben de istemsizce gülmüş ve başımı başka tarafa çevirerek kendimi durdurmaya çalışmıştım. Ciddi bir şey bile konuşamıyorduk.

"Ufuk," dedim sakinleşen ortamdan güç alarak. Sesim yine kısık çıkarken diyip dememek arasında ki ince ipte yürüyordum. Fakat ona bir şey dememiştim peşimi bırakmayacağını bildiğimden, elde tutacak bir şey diyecektim. Dikkatle diyeceklerimi bekleyen kara gözlere bakmayı yeniden keserek başımı sabah yanan elime indirdim.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin