.XXXV.

2.8K 299 22
                                    

Elinde, yarısını yele içirdiği sigarasıyla birlikte oturduğu ağaç arkasından görünen askeriyenin içinde geziyordu gözleri. İçinde kaç gündür anlam veremediği bir duygu ve getirisi olan sürekli düşünme hâli vardı. Geceleri doğru düzgün uyku bile uyuyamaz olmuştu bu yüzden.

Kendi gözleriyle aynı renk olan ağaç yapraklarına kaldırdı başını. İçine derin bir nefes çekerken hala elindeki sigaradan bi'haber gibiydi. Yaktığı an derin üç nefes sonrasında, geçen olan biten her şey yeniden zihnine dolmuş, değil elinde kendi halinde yanıp sönmek üzere olan sigara, biraz dâhâ oturmaya devam ederse kaçıracağı öğlen yemeği bile çıkmıştı aklından.

Ufuk'la her yan yana gelişinde olan ve içinde bir yerlere deprem yaratan bu duygu onu çoktan korkutmaya başlamıştı.

Başta bunu önemsememiş, anlık bir şey olduğunu düşünerek göz ardı etmişti fakat esmerin ne zaman yanında olsa parmak uçları karıncalanıyor, anlık tepkilerine mâni olamadığı gibi kalbi hızla atmaya başlıyordu.

Muzaffer elbette bunların ne anlama geldiğini bilecek kadar yarı tecrübe sahibiydi. Onun asıl anlamadığı nasıl bu duyguyu esmer oğlana hissettiğiydi? İçinde baş gösteren korku, endişe ve birçok tedirgin edici his zihini ele geçiriyordu. Bunun olmaması gerektiğini herkes kadar kendi de farkındaydı.

Pamuğuna dayanmış sigarayı söndürüp cebine attığında bile kafası öyle dalgındı ki, kendi kendine konuştuğunun bile farkında değildi.

"Ulan nasıl kalpsin sen? Cinsiyetlerden hiç mi haberin yok? Gevşek bir adamım eyvallah da, attığın kişi erkek be!" dedi sinirli bir şekilde sanki laftan anlamayan bir çocuğu azarlar gibi elini bir/iki kere göğsüne vurarak.

Ardından hızını alamamış gibi, "Hadi her şeyi geçtim, ya arkadaş nasıl o olabilir? Sevdiği var bir kere..." diyerek kendi dahi ne dediğini bilmeden, aklına ne gelirse diline vururcasına dışa vuruyordu her kelimesini.

Ellerini kumral saçlarının arasına attı sıkıntıyla. Yeşil hareleri yeni biçilmiş çimlerde dolaşıyordu. "Yapma Muzo, sağ çıkamayız oğlum. Bu şeyden sağ çıkamayız lan biz." Mırıltı gibi dilinden dökülen bu sözler, bir nevi kendine gerçeği vurmak, silkelenip kendine gelmek için son çırpınışlardı.

Yapamazdı, bir erkeği sevmekten önce bunun Ufuk olması... Dâhâ bir hafta evvel omzunda sevdiği nişanlanıyor diye kör kütük sarhoş halde uyutmayan adama bunu yapamazdı. En başta da kendine yapamazdı bu kötülüğü.

Kalbinde başka biri varken onu sevmek yalnızca onun için ıstıraptan farksız olacaktı. "Ben o kadar güçlü değilim, yapamam." diyerek, sanki nefesi daralıyor gibi kaldırdı başını yeniden.

Ufuk'u sevmeyi bir şekilde kabullense bile o kadını sevmeye devam edecekti esmer. Seviyordum. Demişti. Hâlâ seviyor olması ise muhtemelken, ileride bir gün unutacağı ânı beklese bile esmerin onunla işi olmazdı ki.

Yanındayken bile bir şekilde onunla atışan adam, -tamam belki o da fazlaca esmerin sinirine gidecek hareketlerde bulunuyordu,- değil onu sevmek, böyle bir şeyin gerçekliği duyulduğu gibi onu öldürürdü. Ya da sadece komalık olana kadar dayak yerdi? Şansı varsa sadece görmeden gelir ve yüz yüze gelmemek için Muzaffer'den uzak dururdu.

Her türlü de düşünce olsa dahi içi burkulmuştu kumralın. Kendini geçen gün çarşıya diye çıkıp, yol kenarında onu bir kızla gördüğü gibi durması da bu yüzdendi. Sonrasında yorgunluğu gözlerinden belli olan esmere bakarken içinde bir yerler ezildiği için ona yardım etmek için kalmak istemesi, her şey âniden olmuştu onun için.

Belki bu kadar kaptırmazdı kendini, fakat ne zaman kaldıramadığı balya olsa Ufuk gelip ona yardım ediyor, çoğu zaman ona daha ufak olanları veriyordu. Muzaffer buna karşı çıktığında ise, "Sen askersin, zaten yoruluyorsundur. Verdiğimi taşı kâfi." diyerek kestirip atıyordu konuyu. Onun bu düşünceli hâli Muzaffer'in ilk kez karşılaştığı bir şey olduğundan mı, yoksa o zaman kendine itiraf edemese de ufak ufak kapılmasından mıydı bilmiyordu fakat içi gıdıklanmıştı. Hoş bir duygunun bedenine yayılmasına mâni olamamış, doğru orantıda da dudakları yukarı doğru gerilmişti.

O gün büyük balyaları pek zorlanmadan taşıyan esmere su götürmüş, dinlenme zamanlarında ise esmerin kızmaları arasında zorla da olsa masaj yapmıştı. Oradaki herkes onların atışmasına tebessüm etse de, Muzaffer bütün bunları içinden gelerek yapıyordu.

Yeni yeni farkında olduğu hisler ise onu epey bir yıpratacak gibiydi.

Ağaç yaprakları arasından görünen güneş huzmelerine bakarak yeniden sıkıntıyla derin bir iç çekti. "Fena sıçtık bu kez Muzo."

**

"Yahu Allah aşkına ana, ne işim var nişanda benim? Gidin siz işte." Sabahtandır kaçıncı olduğunu bilmediği ikna çabasına Hayriye teyze hayıflandı.

Bu akşam olacak nişana sabahtan beri gelmesi için dil dökmüş, fakat ne dediyse Nuh diyen Ufuk peygamber dememişti. Hasan durumu bildiği için Hayriye teyzeye zorlamamasını söylüyordu fakat, yaşlı kadın inat etmişti bir kere. Götürecekti oğlunu da nişana. Meydanda dolanıp, boyu posuyla kendini gösterecekti. Yaşlı kadının asıl amacı olursa hayırlı bir kısmet bulmaktı aynı zamanda oğluna. Tabii bunu dile getirmese de Ufuk biliyordu. Kaç yıllık anasıydı ne de olsa. O dâhâ ağzından lafı çıkarmadan, diyeceğini bakışlarından anlardı.

"Oğlum evde tek kalıp ne yapacaksın? Bak, Hasan oğlum da geliyor ne güzel. Hadi, sen de gel." diyerek oğlunun koluna yapışan kadın, hem istekli hem de inkâ etmeye çalışan bir hâlde kaşlarını kaldırdı.

Ufuk, Hasan'ın gitme nedeninin asıl sebeninin Tahir olduğunu bildiğinden çok da üstelememişti. Ne de olsa amca kızıydı sevdiği adamın, gitmesi icab ederdi. Lakin onun oraya gitmesi için hiçbir sebep ve gerekçesi yoktu. Üstelik eskiden sevdiği kadının nişanına gidecek kadar da kendini hazır hissetmiyordu. Onu başka bir adamla görmeyi kendine yediremeyebilirdi. En iyisi önce gözden, sonra da gönülden ırak etmekti.

"Hayriye teyze zorlama istersen, koca adam. Gelmek isterse sonra kendi de gelir." Hasan, böyle giderse Ufuk'u bir türlü bırakmayacağını anladığı kadına ılımlı konuşarak, ufaktan gitmeleri gerektiğini belli ederken esmer bedenden minnet dolu baskılar alıyordu. "Hasan doğru diyor ana, hadi siz gidin. Nişan bitti, hâlâ buradasınız. Ayıp olur." dedi esmer de anasını bir an evvel evden göndermek için.

Biraz sessiz bir yerde kendiyle kalmaya ihtiyacı vardı. Bütün bu olanlar bir haftada ona fazlasıyla karmaşık ve âniden geldiği için kafasını toplaması lazımdı.

Yenilmişlikle omuzları inen kadın, derin bir nefes vererek başını salladı. "İyi madem, zaten biz de tez geliriz." dediğinde, Ufuk başını salladı. Hayriye teyze son bir kere daha oğluna bakarak kapıya ilerledi. O sıra Çetin'in üstünü giydirmiş odadan çıkan Mihriban teyze de hazır şekilde çıkınca herkes kapıya doğru ilerledi.

"Ocakta yemek var, açılırsın yersin." diyerek, yeniden aynı şeyleri diyen anasına bezginlikle, "Vallaha boğaldum ya." dedi, Hasan'a yaklaşarak. Hasan içten içe gülerken Ufuk'un gözleri bu kez ona takıldı. Giydiği beyaz gömlek ve siyah kumaş pantolonu üzerine tam oturmuş, uzamış saçlarını geriye yatırarak alnını açıkta bırakmıştı.

Ufuk yavaştan uzaklaşan kadın topluluğuna karışmış anası ve Mihriban teyzeye kısa bir an bakarak, yeniden Hasan'a döndü. "Hayırdır kardeşim, senin nişanın galiba? Tahir istemeye gelmeden vermem seni diyim." diyerek, içten bir gülünce, Hasan afallayarak Ufuk'un koluna vurdu.

"Oğlum sussana, duyacak biri şimdi." dedi, tedirgin gözleriyle bir yandan da etrafa bakarak. Birinin duyacak oluşu ödünü koparıyordu. Kendi için değildi korkusu, Tahir'e bir şey olur diye korkuyordu.

Ufuk gülümseyerek olduğu yerde ellerini cebine koyarak yaylandı. "Hadi hadi, hoşuna gidiyor da naz yapıyorsun." diyerek, Hasan'ı iyice utandırırken kısa bir an durdu. Onun birden değişen ifadesiyle Hasan gerildi. "Oğlum hiç sana böyle şeyler diyeceğimi düşünmemiştim lan. Utanmasan Tahir'le gerdeğe de ben sokacağım, tövbe tövbe." dediğinde, Hasan, Ufuk'un dehşete düşmüş bir edâ ile dedikleriyle bir an boşluğuna geldiği için gülmeye başladı. 

Ufuk da bir süre sonra gülünce, az evvel nişan olduğu için buruk olan içinin sevildiğini hissetti Ufuk. En azından birileri sevdiğiyle mutluydu. Onun aksine...

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin