•Tanıtım•

11.7K 574 148
                                    

13.09.1982
Kocaeli/Gebze
*
*

Akşam yağan yağmurun esamesi belli olurken, bastığım su ve çamur birikintilerine aldırmadan hızla devam ettim. Üstümde yamalı bir pantolon ve kimi yeri yırtılmış gömleğimden gayrı başka bir şey yoktu. Sabah ilk iş tarlaya vardığımdan üstüm başım toprak içindeydi. Lâkin anamgilin ağlayarak dediklerinden sonra kendimi tutamamıştım.

Köy meydanından geçtiğim vakit, beni gören kahvedekilerin sesleri ilk kesilse de arkamdan,"Hasan nereye!" diye bağıran İbrahin'in sesine aldırmadan çıktım meydandan. Görülecek bir hesabım vardı amcam olacak adamla.

İki katlı köy evleri az ileride  göründüğü vakit, yumruklarımı sıkarak koşar adım dayandım kapıya. "Amca, çık dışarı!" Ard arda vurduğum kapı ve tâ köy meydanına varan bağırışlarımı umursayacak bir hâlde değildim.

"Amca çık!" Diyerek kapıya bir kez daha vuracağım sıra, kapıyı açan yengemle durdum. Tedirgin bir hâlde gözümün içine bakan kadına sakin olmaya çalışarak,"Yenge amcam nerede?" dedim. Lâkin o soruma cevap vermek yerine,"Hasan, oğlum sakin ol. Kötü bir şey olmasın." diyerek bana dert yanan kadının dediklerine cevap vermeden, hemen ardından görünen adamla yeniden sinirlerim gerilmiş çenem kasılmıştı.

"Hayırdır amca oğlu? Ne tarlası satılacak adam gibi kapıya dayanıyorsun?" Fuat, yüzündeki kinâyeyle bana bakarak konuştuğunda, daha fazla sakin kalamayarak yapıştım yakasına.

Yengemin endişeli sesi kulaklarıma varmıyordu o an. Yakasına yapıştığım herifi sarsarak,"Ulan ne şerefsiz insansınız!"diyerek ittiğimde, tökezlese de düşmedi.

"Doğru konuş lan! Asıl şerefsiz sensin!" diyerek bu kez Fuat iti benim yakama yapıştığında, bir münâkaşa başladı. "Siz adam mısınız da doğru konuşacağım lan!" Diye bağırıp, yakınlıktan yararlanarak burnuna kafayı gömdüm. Acıyla inleyip burununu tutarak geriledi.

Yeniden yakasına eğileceğim vakit, "Hasan!" diye bağıran amcamın sesiyle hemen ona dönerken sinirden şakaklarımdaki damarların attığını hissediyordum. Köy ağası gibi giyinmiş amcam olacak herife sakin kalmaya çalışarak yaklaştım. "Amca, anamın dedikleri doğru mu?" Yüzündeki tiksintiyle bana bakarken,"Babamın tarlasını satamazsın! İzin vermem!" Dedim hiddetle.

O vakit, kaşları karardı, yüzü ciddi bir hâle geldi. "Nereden babanın oluyor! Tapulu malım, ister satarım ister ekerim?"dediğinde gözüm döndü.

"Ölüm döşeğindeki adama yalan dolanla boş kağıda parmak bastırdınız! Hiç mi Allah korkunuz yok? Hadi her şeyi geçtim, ne yer ne içeriz amca? O tarladan gelen mahsûlle geçim sağlıyoruz." dedim belki vicdana gelir de hiç olmadı ekmek yediğimiz tarlayı satmaz diye. Gözüm parada pulda değildi. Lâkin babamdan sonra evdeki büyük tek erkek bendim. Akıbetimizi düşünmem gerekiyordu.

Sinirle elini bana doğru savuran amcamla kendimi geri çekmeye kalmadan yüzüme inen tokatla yumruklarımı sıktım. "Ulan aç köpekler, bunca zaman yediniz içtiniz! Tek kelime ettim mi?" dediğinde, "Kursağımızdan tek lokma geçse yarısını aldın çok şükür." dedim dudağımın kenarından sızan ıslaklığa aldırış etmeden.

"Yazıklar olsun! Abimin evi ocağı boş kalmasın diye uğraştım ben. Gözünüze dizinize dursun. Tarlayı da satacağım, siz gibi nankörler aç kalın da geberin!" diyen amcamla, "Ağlayanın malı gülene yaramaz amca. Dilerim Allah'tan yaşattıklarını yaşayasın." diyerek çıktım avludan.

Sokağın başında elleri cebinde bekleyen İbrahim'i görünce beni beklediğini anlayarak yanına gittim. Beni görür görmez sırtını taşa yaşlamış olduğundan doğruldu ellerini ceplerinden çıkarıp. Dudağımın kenarındaki ıslaklık iyiden rahatsız ederken elimin tersiyle sildim.

Bulaşan kana yüz buruşturduğum vakit İbrahim'in,"Hasan ne oluyor yine?" diyerek omzuma dokunmasıyla elimdeki bakışlarımı ona çevirdim. "Tarlayı satıyormuş." Bütün köy gibi, İbrahim de olan biteni bilirken kaşları kalktı üzüntüyle. "Vay şerefsiz." diyerek elini beline çıkarıp bana baktı güneş vuran gözlerini kısarak. "Ne olacak ya şimdi?"

Bilmiyorum dercesine başımı eğdiğimde ofladı. "Ne kadar istiyor tarlaya? Belki parayı toplardık."diyen arkadaşıma kinayeyle güldüm. "Bir alacaksa, biz istiyoruz diye üç alır o herif."dedim sesim sinirle çıkarken.

Ne yapacağımı, ne edeceğimi, nasıl bir yol bulup da işin içinden çıkacağımı bilmiyordum. Şurada birkaç güne ekin biçimi gelecek, mahsûlü toplayacaktık. Belki bu sene ucu ucuna yeterdi para ama nereye kadar? Babadan kalan tek yer bir ev ve tarlaydı. Orayı da nasıl etti bilinmez babamı kandırıp boş kağıda parmak bastıran amcam çökmüştü.

Daha iki sene evvel toprağa verdiğim babamın, acısı taze dururken amcam binmişti tepemize. Tarla olayını öğrendiğimde kan çıkmasın diyen anam için sussam da, ektiğimiz her mahsûlü sulh eder gibi pay etmişti kendine. Ona da sussup, kan kusup kızılcık şerbeti desem de bu yaptığı tak etmişti canıma. Tarlayı satmak bizi sefilliğe, açlığa mahkum etmekti.

Anam ve kardeşim için sustukça iyiden kudurmuş it gibi biniyordu tepemize. İçimdeki bunalmışlıkla derin bir nefes aldığım vakit, İbrahim'in de benden farksız yüzüne buruk bir bakış atarak,"Hele bi' eve gideyim. İlerisi Allah kerim."diyerek omzuna iki kez dostane bir şekilde vurup yollandım.

Taş döşeli yolları ve kireç boyalı evleri geçe geçe ilerledim yol boyu. Evin önündeki taş basamaklara oturmuş için için ağlayan anamı gördüğüm ân koşar adım iliştim hemen baş ucuna doğru. Çetin, anam ağladıkça ağlayacak gibi dudak büzerken kısa saçlarını severek çektim kendime küçük bedenini. On yaşındaki çocuğa bu olanları anlatmak zordu.

"Ne dedi amcan?" Bir umut bana yaşlı gözleriyle bakarak konuşan anama omuzlarım düşerek baktığımda Çetin de bana döndü. "Satacak." diyebildim sadece. Anam bu dediklerim ardından yaşlı gözleri yeniden dolarken, nasır tutmuş ellerini tutarak öptüm. Hiçbirinin gözünden tek damla aksın, üzülsün istemiyordum.

"Ne yer ne içeriz, hiç mi Allah korkusu yok bu adamın!" diyerek iyiden iyiye ağlamaya başlayan anamla, "Abi aç mı kalacağız?"diye soran Çetin derin bir nefes almama neden oldu.

Gözümün içine bakan benimkinin aynı ela gözlerine gülümsemeye çalışarak baktım. "Ben olduğum sürece asla aç kalmayacağız, sen bunları düşünme. Hadi bakalım, sen arkadaşlarınla oynamaya git."diyerek saçlarından öptüğüm küçük nedeni kaldırdım kucağımdan.

O koşa koşa sokağa çıkarken, anama döndüm. Hâlâ gözünden yaş akarken sildim yaşlarını tek tek. "Ağlama ana, andım olsun çektiğini çekecek."dedim kollarımı etrafına sarıp kendime çekerken. Ağlaması derin iç çekişlere dönerken, "Nereye gider, ne ederiz?" diye hayıflanan anama,"Sen dert etme ana, ben bir hâl yol bulacağım." dediğimde göğsüme eğilip öptü. Bu yaptığına karşılık ben de eğilip alnını öptüğümde,"Allah yolunu, bahtını hep açık etsin oğul. Sen olmasan ne ederdik."diyen anama iyice sarılıp, düşündüm.

Şimdi ne yapacak, nereye gidecek, nerede nasıl düzen kuracak, kursak dâhi tutunabilecek miydik? Aklım bunlarla dolu bir şekilde ne kadar orada öyle anamla oturduk bilmiyordum.

**
Bu kitap tutulursa, İplik Fabrikası'ndan sonra yazmaya devam edeceğim. Şimdilik bir bölüm yayınlıyorum.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin