.XXVIII.

3.6K 373 24
                                    

"Ne olacak şimdi? O kadar zarara girdik. Kimse yaklaşmıyor da iş yapmaya." diyerek omzundaki saç tutamlarını geri itti Züleyha. Sürmeli iri gözleri, bir çözüm bekler gibi bakıyordu babasına.

Tüm işlerin başına geçeceği sıra, olacak iş değildi bu. Madenin çökmesi, hem maddi hem de saygınlık olarak zarar vermişti.

Haşmet bey, elinde tuttuğu pipodan derin bir nefes çektiğinde, aynı zamanda gözleri de kısılmıştı. Karşısında oturan kızına bakarak her zaman olduğu gibi sükunetle konuştu.

"Bunların hepsi o Tahir denen komutan yüzünden oldu. Durmadan işimize mâni olmasa bu kadar zarara girmezdim." dediğinde Züleyha babasının dedikleriyle yerinde kıpırdandı.

"Oysa ona yaptığım teklifi kabul etse, devletten aldığı üç kuruşa minnet etmezdi. Belki..." Züleyha düşünceli bir tavırla konuşmaya devam edeceği sıra Haşmet bey, sinirle ayaklandı oturduğu koltuktan.

"Ben yapacağımı bilirim." Haşmet beyin az evvel olan sükunetli tavrı aniden fevri bir hâl alınca Züleyha da ayaklandı anlamayarak. "Ne yapacaksın baba?" dedi sesine yansıyan hafif endişeyle.

Belki babasına karşı gelemezdi fakat Tahir'e de bir şey olsun istemiyordu. Hoş adamdı Tahir, bunca zamandır onun kadar kararlı bir adam görmemiş, tanımamıştı. Elbette ki dış görünüşü de pek hoştu. Bundan mütevellit Züleyha'nın da her kadın gibi onu hoş buluyor oluşu asla yadsınamaz bir gerçekti.

Haşmet bey kendinden emin bakışlarla baktı Züleyha'ya. "Bana ne yaptıysa onu. Madem beni dibe çekmeye çalıştı, o vakit kendisi de dibe inecek." dedi ve bir sinirle, "Kahya!" diye bağırdı kapıya doğru dönerek.

Züleyha hâlâ babasının ne yapmaya çalıştığını anlamayarak bakarken, içeri giren kahyayla birlikte yeniden dikkatini onlara verdi.

"Tezden gidip avukata haber et, gelsin. Mühim konuşacak şeylerim var." Kahya onaylar birkaç şey diyerek ayrıldı oradan. Hemen sonrasında Haşmet bey de gittiğinde, arkada kalan Züleyha karışık duygularının esiri altındaydı.

***

Her zaman mı böyleydi bilmiyordu lâkin bu gün sanki gün bir başka canlıydı. Kuşlar sanki bir başka ötüyor, kavurucu sıcak sanki tenini o kadar yakmıyordu Hasan'ın.

Bahçede oturmuş, henüz tam iyileşmemiş ayağı pek el vermese de olduğu kadar kendini sağa sola taşıyordu. Evde bunalmış, bahçeye çıkarak gölge bir yerde oturmuştu.

Tahir'in geldiği günden bu yana yalnızca bir gün geçmişti. Fakat sanki dâhâ az evvel mavilerine bakmış, kollarını ona sarmış gibi bir duyguyla kavruluyordu. Bu hislerin yanı sıra içi öyle bir heyecanla ve gıdıklayıcı hisle doluydu ki, hâlâ atlatamamıştı dün olan hiçbir şeyi.

Tahir ona öyle bir sıcak bakmıştı ki, sözlerinden evvel gök kubbeden hallice gözlerinden anlamıştı Hasan. O da, onun gibi hissediyordu.

'Seni seviyorum. Adem'in, Havva'yı sevdiği gibi.' demişti.

Hasan belki şu vakte kadar birçok kez duymuştu, okumuştu bu sözü. Fakat hiçbir zaman Tahir'in dediği kadar anlam kazanmamıştı. Sanki basit bir şey bile dese, Hasan da büyük anlam kazanıyordu o söz.

İçi hem huzurlu, hem de bir o kadar huzursuzdu. İçindeki duyguları anlatmaya yetecek bir cümle veyahut da kelime bulamıyordu. Buydu oni huzurlu hissettiren, Tahir'in de onu sevmesiydi. Asla böyle bir şeye olur gözüyle bakmamıştı. Hattâ değil olur, böyle bir şeyin duyulması dahilinde başına gelecekleri düşündü. Tahir'in ona karşı takınacağı tutumu, bir anda uzaklaşacakları gerçeği onu yiyip bitirirdi.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin