.XXXIV.

2.9K 297 23
                                    

Akşam sofrası ezanla birlikte kurulmuş, Hayriye ve Meliha teyzenin yarın gece olacak nişan eğlencesine gidip gidemeyecekleri hakkında bir sohbet dönüyordu. Hasan, yemeyi bırakmış yanında oturmuş yemeğini yiyen esmer adama döndü belli etmeden üzgün bir halde. Dışından güçlü durmaya çalışsa da, ne vakit Süheyla'nın adı geçse ağzına göndereceği kaşık kısa bir an duraksıyordu.

Unutacağını, evlenecek bir kadını artık sevmenin yakışık almaz olduğunu düşünse de, hâ deyince atılmıyordu içinden. Lâkin esmerin bu konuda verdiği uğraşın da farkındaydı Hasan.

Eskiden adı geçse gözleri parlayan adamın, şu sıra sadece kısa bir an duraksamasına veyahut da kimi zaman kulak ardı etmesine içi burkularak bakıyordu. Her gece ettiği dualarda, onun da mutlu olmasını istiyordu Allah'tan. Ufuk, bunu en çok hak eden kişiydi onun nazarında.

"İlahi Meliha, bizim terzi Safiye diker sana bir fistan. Ben de ona diktirmiştim geçen kış." dedi, yanındaki kadını ikna etmek ister gibi Hayriye teyze.

"Bacım bu yaştan sonra fistan mı  giyeyim genç kızlar gibi? Elalem güler vallahi." dedi Meliha teyze, kendi de gülmeye başlamadan önce. Hayriye teyze elini salladı, "Ne varmış kız yaşımızda? Biz şimdiki gençlere taş çıkarırız anam, taş!" dediğinde, Meliha teyze omzuna tokarak yeniden bir gülme krizine girdi.

"Allah seni şen etsin Hayriye. Hiç güleceğim yoktu!" diyerek, gözünden akan yaşı sildi üstünkörü. "Yine de ne bileyim, ayağım hiç çekmiyor öylesi yerleri." dedi.

Kararsız kalmış kadına, "Yahu evde kalıp ne yapacaksın? Gel sende, bana yoldaşlık edersin hem." diyerek kaşığında kalan pilavı ağzına götürdü Hayriye teyze.

İkilinin arasında geçen konuşma Hasan ve ne kadar konudan muzdarip olsa da Ufuk'u bile güldürmüştü. Birkaç ayda can ciğer olan kadınlara bakarak hem yiyor hem de onların konuşmalarına karşı gülüyorlardı.

"Bilemedim ki Hayriye, oraya gittim mi bir şey takmak lazım. Durum da belli..." Meliha teyzenin gitmek isteyen lâkin bu durumdan çekinen bir hâli varmış gibi, Hayriye teyze omzuna vurdu usulca yanındaki kadının. "Kız Allah seni ne etmesin... Yahu, Süheyla öyle şeylere takılmaz. Hem öyle olsa ben gidebilir miyim hiç?" dedi, yeniden gülmeye başlamadan evvel.

Meliha teyzenin kararsız yüzü, Hayriye teyzenin dediklerinden sonra üstüne bir de gülmesiyle bozulup, o da yanındaki kadın gibi yeniden gülmeye başladı.

"Tovbe tövbe, sofra başında güldürüyorsun beni." Yalancı bir sitemle konuşan Meliha teyze, başındaki yazmanın ucuyla ağzını kapayarak gülmesini gizlerken, bir yandan da yanında hala gülen kadına laf ediyordu. Hayriye teyze, Meliha teyzenin dediğiyle dâhâ çok gülmeye başlayınca, onları izleyerek yemek yiyen Çetin de gülmeye başladı.

Hasan, anası ve kardeşini en son ne zaman bu şekilde gülerken gördüğünü düşündü o an. Babasının hastalığından evvel, Çetin'in yaptığı yaramazlıklara anasının kızmaları, babasıyla ikisini güldürürdü hep. Kimi zaman da hasat vakti alınan para sayımında Hasan yorgunlukla hata yapınca babasının, "Seni okutan öğretmenin..." diye başlayan yarı azar, yarı kinayeyle konuşmaya başlar, sonra işin sonu her seferinde gülmeyle biterdi.

Fakat ne zaman babası hasta döşeğine düşmüş, o vakit evdeki tüm gülüşler bir anda kesilmişti. Tam iki sene boyunca gülme nâmına ağızdan tek bir ses dâhi çıkmamıştı kimsenin Çetin harici. O da zaten bunu anlayamayacak kadar ufak olduğundandı. Şimdi onları böyle şen şakrak görmek, kaybolmuş gülüşlerinin geri geldiğini düşündürmüştü. Babası sanki hiç gitmemiş gibi...

Dalmış öyle dururken, koluna tokan Ufuk'la ona döndü. Lâkin esmer ufak bir kaş işaretiyle analarını gösterdi. Hasan'ın kaşları çatılırken, "...Bu sabah Hamide'yle konuşurken dedi bana da. Köye sık sık gelmesinden birine sevdalı diye söz çıkarmış millet. Kim diye, diye dolanıyor kadın etrafta. Tövbe tövbe..." diyerek sabır çekti Hayriye teyze. Hasan kaşlarını kaldırdı bu duyduklarıyla.

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin