.IX.

4.5K 466 21
                                    


Tahir'den...
*
*
*

Şafakla beraber uyanıp yarama dikkat ederek ayaklandım yattığım yerden. Birkaç gün önce köylere saklandığı bilgisi gelen bir grup terör örgütü üyesini etkisiz hâle getirmek için gitmiş, okul yakınında bir anda çıkan çatışmada çocukları korumaya çalışırken vurulmuştum.

Sağ göğüs boşluğuna yakın bir yerden vurulmam bir nevi ölümün benden teğet geçtiğini göstermek ister gibiydi.

Her ne kadar üstlerim hastanede kalmam gerektiğini itinayla söylese de ben daralıyordum. Hastaneler beni boğuyor, her vakit duyulan ağıt ve ağlamalar içimde bir acıya neden oluyordu.

Askeriyenin revirine geldiğimde de pek fazla yatacağımı düşünmüyordum. Yüzbaşı'nın sıkı tembihi en fazla beni iki gün yatakta tutabilirdi. Kezâ öyle de olmuştu. Üstüme giydiğim üniformamla odadan çıkmadan önce komodinin üzerindeki çiçeği almak için eğildim biraz.

Hatrıma dün Hasan'ın buraya gelmesi düşerken istemsizce dudaklarım kıvrılmış, içim gıdıklanmıştı. Çiçeği elime alarak doğrulduğumda, küçük mavi yapraklarını okşadım.

Sırtıma yastık koyarken yarama dikkat etmesi, burnum dolan ter kokusunu bile bastıran kendi kokusu... İlk kez kokusunu duyumsadığımda nasıl oluyor da bir insanın terine rağmen bu kadar hoş koktuğunu anlamıyordum. Onun çekinen ve ne yapacağını bilmez gibi kucağında duran elleriyle uğraşması bir bir gözümün önüne doluşurken, gülümsemem genişlemiş derin bir iç çekmiştim.

Madende çalışmasından ötürü iş ve toz olan üstü, kömür lekesi çıkmamış, nasır olmuş ellerine baktım içim giderek. Utana çekine tahtadan da olsa kenarına oturduğu sandalyede bana bakan adam o kadar güzeldi ki, belki de ilk kez hayatımda birine bu derece saygı duymuştum.

Beni görmek için kendince uydurduğu yalanı bile, bana ufak bir çocuğun düştüğünde acımadı demesi kadar masum gelmişti.

Yalova'ya gittiğimde o gün bu çiçeği alırken ne düşündüğümü ne için aldığımı bilmezken, yavaş yavaş içimde kendine yer eden bu duygulara da o vakitler bir o kadar yabancıydım. Kezâ hâlâ alışmış da sayılmazdım bu duruma. Hem korkutuyor hem de bir o kadar Hasan'ı düşündükçe artıyordu.

Yalova'ya ikinci gidişimde ise onu, kendime ne kadar inkar etsem de o zamanlar, gözlerim baktığı her yerde aramış lâkin görememiştim. En son gitmeme yakın vakitte, ona çiçek ekerken seslenen çocuğu görüp yanına gitmiş ve onu sormuştum sanki bir tanıdığı gibi.

Çiçek ekiminden bir hafta sonra tezkeresini aldığını ve memleketine gittiğini öğrenmek, aksini kendime söylesem de üzmüştü beni. Öyle ki, kendi birliğime döndüğümde bile dikkat dağınıklığım yüzünden bir çok kez uyarı almıştım.

O vakitten sonra toparlanmak benim için çok da zor olmamıştı. Yalnızca bir kez konuştuğum, gördüğüm birini bu denli büyütmek istememiştim içimde. Öyle de yaptım. En azından bu güne kadar...

Şimdi bir de tatlı bir tesadüf olarak onu burada görmek beni tâ iki sene önce onu gördüğüm vakitte hissettiğim duyguların yeniden can bulmasına sebep olmuştu. Ondan geriye bana kalan bir çiçekten başka bir şey olmazken şimdi tamamen onu görebiliyor olabilmek ilk anda kendimi içimden attığımı düşündüğüm duyguları yeniden gün yüzüne çıkarmıştı.

Madenin önünde onu ilk gördüğüm ve göz göze geldiğimde içtiğim sigarayı bile unutmuş, yeni yakmış olmama rağmen tamamen bitip de elimde ince bir sızı hissedene kadar da kendime gelememiştim. Onun burada, benimle aynı yerde olması bile kalbimin heyecanla kasılmasına neden oluyorken, şimdi nasıl olacak da iki sene uğraşıp kendimi soğutladığım duygulara mâni olacatım?

Başlarda ne kadar o olmadığını kendime söylesem de, madene gittiğim vakitlerde birinin, 'Hasan!' diye adını zikretmesiyle durdum... İşte o an itinayla reddeden beynim burada oluşunu kabullenmişti. Fakat yine de aynı isimde, simâda yüzlerce insan vardı şu memlekette.

Bir türlü burada olduğuna, olabileceğine inanamıyordum.

Onu ilk karakola getirdiğimde bana bakan gözlerinde her ne kadar merak ve tedirginlik olsa da benim neden ona bu denli garip yaklaştığımı da sorguladığını biliyordum. Kezâ onu ne için karakola getirdim kendim dâhi bilmezken, aslında böyle bir şeyin olmuş olması iyi mi yoksa kötü mü oldu bilememiştim. Lâkin madem getirdim, o vakit beynimi yiyen düşüncelerime bir durak olsun diye her şeyin benim için başladığı yeri sormuştum.

Aldığım cevap benim durak olur umuduyla tutunduğumun aksi olurken onu yeniden bu kez tam olarak görmek yeni yeni farkına vardığım bir duyguya sebep olmuştu. Özlem... Böylesi bir duygunun bende var olduğunu bile bilmiyordum Hasan'a rast gelene kadar.

Bir dâhâ göremeyeceğime emin olduğum adamı, bir sabah gittiğim yerde görmek hayatın şu vakte kadar benim için yaptığı tek güzel şey olabilirdi belki de. Oysa onu görebileceğime olan inancım hiç yoktu.

Ve o burada, bir daha asla göremeyeceğime emin olduğum bu yerde karşıma çıkmış, o gün de olduğu gibi kalbimi hızlandırmıştı.

Hasan'ı düşünmek bile başlı başına içimi sıcacık ederken, dün yaptıklarını yeniden hatrıma getirmek kalbimde ilk kez tattığım ufak bir sızıya neden oluyordu. Elimdeki mavi, unutma beni çiçeğine bakarken bu yüzdendi yüzümdeki habersiz gülümseme.

Açık pencereden gelen seslerle çiçeğe bakarak ne vakittir durduğumu bilmediğim yerde irkilerek kendime gelirken, gözüm masanın üzerindeki saate kaydı. Yirmi dakikanın geçtiğini görmemle şaşırırken, geç kalmama sinirlenerek hızla çıktım revirdeki odadan. "Yokluğunda böyleysem..." diyerek kendi kendime güldüğümde yanından geçtiğim nöbetçi asker bana hayretle bakıyordu.

Tabii millet alışkın değildi gülen hâlime, yadırgamışlardı. Yüzümdeki gülümsemeyi silerken sinirle söylemedim bu kez. "Sırıtma Tahir, millet gerçekten de deli sanacak."

MADEN [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin