20."Nefret"

10.3K 462 48
                                    

Burnum gıdıklanıyordu. İşaret parmağımı sürtüp buna bir son vermeye çalıştım ancak gelen gülme sesi ile bunun bir kumpas olduğunu anlayıp gözlerimi açtım.

"Seni yaramaz!" dedim karşımda gördüğüm Gece'ye. Mor renk bir tüyü yüzüme tutuyordu. Uyandığımı gören Uğur sanki haberi yokmuş gibi davranırken içeri elinde tepsi ile giren Gizem "Hepsi Uğur'un planıydı." deyip onu ifşa etti.

Şaşırmadım. Bu tür şakalaşmalar yalnızca Uğur'un planı olurdu ve kesinlikle hayatımda dahil olan insanlar normal değildi, buna bende dahildim.

Gece'ye baktım. Beklemediği anda onu kendime çekip gıdıklamaya başladığımda kahkahaları odaya hakimiyet kurdu. "İnsan gıdıklanınca neden güler, Akça abla?" diye sordu kahkaha atmaya devam ederken.

Beynim bir an durdu. Gıdıklanınca gülmenin aslında bir çeşit savunma mekanizması olduğunu ona nasıl anlatabilirdim?

Sessiz kalmayı seçtim. Yatakta doğrulup onu kucağıma alıp gıdıklamaya devam ettiğimde odanın kapısının açılması ile hepimiz sessizliğe bürünüp o yöne baktık. Kapının önünde duran Bora kızgın duruyordu. Çenesi kasılmıştı. Sanki onsuz mutlu olmamıza kızmış hatta daha doğrusu kıskanmış gibiydi.

"Abi biz-" Ancak Gece konuşmaya başlar başlamaz Bora kapıyı sertçe kapatıp çıkmıştı. Şu an tam olarak ne olmuştu? Beynimin düşünüp bir kanıya varacağı tahminleri dahi yoktu. Gece sessizce kulağıma fısıldadı. "Seni kıskandı çünkü ona hiçbir zaman gülmedin." dedi ve yavaşça geri çekildi.

Gözlerimi kırpıştırdım. Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim. "Abinin beni kıskandığını sanmıyorum." dedim.

Elini alnına yasladı. "Ah siz yetişkinler." dedi söylenerek. "Bazen gerçekten çok aptal oluyorsunuz."

Bunu söyleyip sitem eden çocuk henüz beş yaşındaydı.

Gülümsedim. Beni rahat duyması için başımı omzuna eğdim. Bakışları, penceredeydi. Rüzgarda savrulan ağaç dallarını seyrediyordu. "Yetişkinlerin bazen aptal olması gerekir." dedim önemli bir bilgiymiş gibi. "Çünkü her şeyi kafaya takmak onları çok yorar."

Başını bana çevirip doğrudan gözlerimin içine baktı. "O zaman abim çok yorgun olan taraf. Bazen aptal davranan biri olarak ona yardımcı olur musun?"

Burnumda bir sızı hissettim. Sanki yıllardır sarılmadığım birine sarılmış, kokusunu içime çekmişim gibiydi.

Gece'nin bakışları kedi yavrusunu andırıyordu. Karşı çıkmak istesemde o ışığın sönmesine izin vermedim. Elimi tutup beni kaldırdı ve pijamalarımı dahi değiştirmeme izin vermeden beni sırtımdan sürükleyip kapı dışarı etti. Güldüm. Gerçekten büyümüşte küçülmüştü.

Yürümeden önce üzerimdeki pijamalara baktım. Siyah saten, uzun kollu ve uzun altlıklıydı. Çokta kötü görünmüyordum fakat yeni uyandığım için yüzümün nakovt olmuş boksörle aynı olduğuna emindim.

İçimdeki kız bunu umursamamam gerektiğini söyledi.

İçimdeki kız gerçekten çok mantıksız konuşuyordu.

Ayaklarımı yere sürtüp çekinerek yürüdüm ve odasının önünde durdum. Aralık kapının ardından baktığımda onu gördüm. Yatak odasının koyu renk zemininde endişeyle volta atıyordu. Elindeki bıçağı sıkıca kavrarken kan zemine düşüp bir mürekkep gibi dağıldı. Kasılan çenesinden, içinde oluşan duygu seline direndiğini anlıyorum. Bir süreliğine onu izledim çünkü çekik gözlerine bakmaktan kendimi alıkoyamadım.

Elindeki kan yerde birikinti oluşturduğunu beni görmeden geri çekildim. Banyoya gidip dolap kapaklarını bir bir açıp ilk yardım çantasını buldum ve odasına geri döndüm.

Kapıyı tıklattım. Beni görünce durdu. "Burada ne yapıyorsun?" diye sordu. Bağırmıyordu ama sesinde öfkenin adım sesleri duyuluyordu. Yutkundum.

"Elin." diye mırıldandım.

"Önemli bir şey yok. Çık dışarı." diye emretti ama ben aynı yerde donup kaldım. "Sağır mısın? Çık dışarı!" İşte bu sefer gerçekten bağırıyordu.

Başımı iki yana salladığımda kaşlarını çatışı daha da derinleşti. İçim, görmezden geldiğim korkuyla titriyordu; Yüzüm ona dönük bir şekilde yatağın köşesine oturdum.

Kutudan merhemi çıkarırken "Ne saçmalıyorsun?" diye hırladı.

"Bu merhemi yarana sürmeme izin ver" dedim. Kapağı açtığımda bakışlarının beni depoya kapattıkları gün, ipin bileğimde bıraktığı morluklarda gezindiğini hissettim. Yeniden ona baktığımda gözlerini kıstı.

"Yardımına ihtiyacım yok. Uzak dur benden." dedi ve biraz uzaklaştı.

"Yaran mikrop kapabilir. Temizlememe izin ver." diye fısıldadım, biraz daha yaklaşıp kanayan elini tuttum ve onu çekip yatağa oturttum. Yakınlıktan dolayı kanıma karışan sarhoşluğu hissettim ama o geri çekilmek yerine, derin gözleriyle beni izledi.

Ondan korkmadığımı söylüyordum ama şimdi ellerim titriyordu. Merhemi yarasına sıkıp sürdüm. Gözleri hala yüzümü değerlendiriyordu. Dudaklarım titrediği için durdurmak amacıyla alt dudağımı ısırdım. Yüzünü ani bir hareketle karşı tarafa çevirdi.

"Şimdi git." dedi kupkuru sesle. Ayağa kalktığımda, tamamen yatağa uzandı ve gözlerini kapattı. Her geçen saniye kendimi dahada rahatsız hissettiğim için odadan çıkmaya karar verdim. Tam o an "Kendinden nefret ediyor musun?" diye sordu. Anlamayarak ona döndüğümde yatakta hareketlenerek sırtını döndü. "Gerçekler ortaya çıktığı ve bana bunları anlatamadığın için... Kendinden nefret ediyor musun?"

Düşünmeme gerek yoktu. Çekinmeden "Pişman olacağım bir şey yok." deyip cevap verdim. "Sonucu tahmin ederek gerçekleri sakladım."

Güldü. "Asıl soruma cevap vermedin. Kendinden nefret ediyor musun?"

"Evet." dedim. Omzunun üstünden bana baktığında bakışlarındaki bataklığa saplanıp dibe çekilerek öldüğümü hissettim. "İstenmeyişimi iliklerime kadar hissettirdiğin için kendimden nefret etmeme sebep oldun."

Onu dinlemek istemedim. Söyleyecekleri umrumda değildi. Tam çıkışa döndüğümde önümde gördüğüm iri yarı cüsse ile korkuyla geri sıçradım. Güney omuzlarını ve çenesini dikleştirmiş doğrudan boş duvara bakıyordu.

"Ender Kaya sizinle görüşmek istiyor, Bora Bey."

GÜNAHKAR MELEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin