Ekin Özkan
Ender Kaya'nın "Ayrılacaksın." sözü günlerce kulağımda yankılandı. Yalnızca bir kelime canımı ne kadar yakabilirse o kadar yakmıştı. Henüz on yedi yaşındayım. Bilmiyorum, daha büyük biri olsaydım daha güçlü durabilirdim. Göğsümü gere gere Akça'yı sevdiğimi, ondan asla vazgeçmeyeceğimi söylemek isterdim. Olmadı, başaramadım. Karşısında dimdik duracak kadar güçlü değildim.
Hava karanlıktı. Sokak lambasının altında yalpalayarak yürürken soğuk göz yaşlarım yanağımdan süzülüp bir bir yere döküldü. Ona nasıl ayrılacağımı söyleyebilirdim? Babasının bir planı vardı. Yalnızca para karşılığında ondan vazgeçtiğimi söylersem Akça beni bırakırmış. Diğer türlü sevgi onun için üstün olduğundan her şeye rağmen yeniden birlikte olmamız için çabalarmış.
Yüzsüz, dedi babası bu tavrı için.
Hiç sevilmediği için değer gördüğünü hissediyor, yeniden yapayalnız kalmaktan korkuyor, dedim.
Şimdi bir kafedeyim. Onu beklerken siparişleri vermiştim. Karamelli kahve sevdiğini bilirdim ama ayrılık yolunda ilk adımı atarak fındıklı kahve istemiştim.
İçeri girip karşıma oturduğunda son derece yorgundu fakat gözlerime bakarken gülümsedi. Bale onu çok yoruyordu ama ne kadar değer verdiğini biliyordum. Kendini rahat, özgür ve mutlu hissettiği tek yer sahnede dans ettiği anlardı. Evde dans ederken ona yardımcı olmak için kendimi zorlayarak dans ettiğim zamanlar olurdu.
Garson kahve siparişlerini getirdiğinde kokusundan anlamıştı Akça fındıklı olduğunu. Fındığa alerjisi olduğunu biliyordum. Tek kaşımı çatarak gözlerine baktığımda gülümsedi ve çekinerek kahveden küçük bir yudum aldı çünkü söyledim ya 'Hiç sevilmediği için değer gördüğünü hissediyor, yeniden yapayalnız kalmaktan korkuyor' diye. O an beğenmediğini belli ederse onu bırakıp gideceğimden korkuyordu. Oysaki burada oturuyor oluşumun sebebi zaten bu değil miydi? Yine de o kahveyi içerken ayağa kalkıp elinden almak istedim bardağı ama yerimde oturmaktan başka hiçbir şey yapamadım.
"Kahveyi sevmedin mi?" diye sordum. Yavaşça bana kaldırdı bakışlarını. "Fındıklı sevdiğini sanıyordum."
"Hayır." dedi hızlıca. Çıkıştığının farkına varınca gülümsedi. "Yalnızca yorgunum. Canım hiçbir şey çekmiyor." Başımı aşağı yukarı salladım, kahveden bir yudum aldığımda "Benimle konuşmak istediğin önemli konu ne?" diye sordu. Boğazımın yandığını hissettim ama sebebi kahvenin sıcaklığı değildi.
Bardağı yavaşça masaya bıraktığımda benim için kolay, onun için daha az can yakıcı olduğunu düşündüğüm için hiç diretmeden "Ayrılalım." dedim.
Yutkunarak ona baktığımda güldüğünü gördüm. "Günlerden 1 Nisan. Bu sefer sana asla inanmam, Ekin."
"Ciddiyim." dedim. Keşke şaka olsaydı, diyemedim. "Sen hala küçük bir kız çocuğusun. Bir adamı kendinden çok sevmek akıl işi değil. Beni sevdin, ziyan oldun. Artık bitmeli."
Gözlerinin dolduğunu gördüm. Ya hala şaka olduğunu düşünüyordu ya da sözlerime inanmak istemiyordu. Kahveyi tutup hızlıca içtiğinde onu durdurmak için ileri atıldım ama çoktan yarısını içmiş, ağzı yanmıştı.
"Akça, ne yapıyorsun?" diye sordum dehşet içinde.
Hissettiği acıdan dolayı çenesi kaskatıydı. Gözlerinin içi dolup taştığında dünyayı bulanık gördüğünü anlamıştım. Benim ardımdan ağlıyormuş gibi görünmek istemiyordu, bu yüzden yanmayı seçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAHKAR MELEK
Teen Fiction❛Ben Akça Aksel. Ağça Aksel sanıldığım için kaçırıldım.❜ ⇝ "... Hala benim meleğimsin." Burukça gülümsedim. "Emin misin?" Başını aşağı yukarı salladı. Boğazını temizleyip dudaklarıma baktı. Ben tepki veremeden yüzümü tuttu ve bana yaklaştı. D...