Sersemlemiş hissediyorum, nefes bile alamıyorum. Sanki bir yaratık boynuma sarılmış, uzun tırnaklarını boğazıma saplamış gibiydi. Canım acıyordu, ama bunun tenime saplanan sivri tırnaklar ile alakası yoktu. Bedenim titriyordu ve bunun sebebi ortamın soğukluğu değildi. Artık ölü müyüm yoksa hala yaşıyor muyum bilmiyorum. Üstüme çöken bir binanın temelini kavramış, birinin beni duyup kurtarması için çığlık atarak son nefesimi boşa harcıyordum. Kimse beni duymuyordu, etraf uzattığım elimi göremeyecek kadar karanlıktı. Gözlerimi açmak istedim ancak bu gücü kendimde bulamadım. Bedenimde mürekkep misali yayılan ağrı, tüm hareketlerimi kısıtlıyordu. Sadece gözlerim kapalıydı, uyanıktım fakat henüz kendime geldiğim söylenemezdi. Öksürmek istediğimde yırtılacak kadar acıyan boğazım beni engelledi. Etrafımda duyduğum sesler ayırt edilir değildi, hepsi birbirine karışmıştı. Sonunda gözlerimi açtığımda kapının ardında çekinerek beni izleyen yaşıtım birini gördüm.
Hatırladığım bu eski anı karşısında nefesimi tuttum. Buğra, eskilerden beynime kazınan bu anıyı biliyordu. Bora, Buğra'yı iyice tanınmaz hale sokan bir yumruk daha attığında, yüzü kanlar içinde kalan Buğra bana bakıp güldü. Kan, dişleri arasından akıp çenesine yayıldı.
"Gerçekten kimin için çalıştığımı anlatsam mı, anlatmasam mı?" deyip kendi kendine söylendi.
Daha çok bana soruyor; beni tehdit ediyor gibiydi. Hareketlerimi kontrol altında tutmak zorunda olduğumu biliyordum. Hiçbir şey yapmadan öylece onu izledim. O da sustu. Tüm sorgu boyunca olduğu gibi şu anda da bana bakıyordu.
"Ona bakmayı kes ve bana cevap ver!" diye kükredi Bora. O kapalı odada, bana davranışının nazik olduğunu şimdi anlamıştım. Şu an avına saldıran bir aslan gibi duruyordu.
Buğra ise son derece dayanıklıydı. Ağzındaki kanı tükürüp otuz iki diş sırıttı. "Sevdiğin, değer verdiğin ve hatta seveceğin her şey ve herkese zarar geleceğini biliyorsun değil mi, Akça AKSEL!"
Soyadımı vurgulayarak söylemişti ancak şu an kimliğimin ortaya çıkması değil, inceden inceye ettiği tehdit beni korkutmuştu. Damarlarımda akan kan canımı yaktı. Ellerim soğudu; titremesini görmesinler diye kollarımı göğsüme sardım.
"Peki sen, Bora Pusat. Kardeşin şans eseri kurtuldu." dedi bakışlarını ona çevirerek. Kahkahayla güldüğünde Bora'nın burnundan soluduğunu gördüm. Ellerini yumruk yapmıştı. Sabrını sınıyordu. "Bir dahakine şans asla senden yana olmayacak."
Ben daha gözümü kırpamadan Bora bir sandalyeyi kaldırdı ve kafasına vurarak onu bayılttı. Korkuyla hıçkırıp bir adım geri çekildim. Bedenim, rüzgarda ağaç dalına tutunmaya çalışan bir yaprak gibi titriyordu.
Gözleri bana döndü. Saçları dağılmıştı. Nefes nefese kalmış; dudakları arasından soluyordu. Yutkundu. Bakışlarımı gördüğünde sakinleşip bana yaklaştı. Bir an da kolumdan tutarak beni karanlık bodrumdan çıkardı.
Adamlardan biri mendil uzattığında mendili aldı, ellerine ve parmak eklemlerine bulaşan kanı sildi. "Biraz dinlen. Cevapları yarın alırız."
Beni bırakıp giderken "Eve gitmem herkes için iyi olur." Diye seslendim. Üst kata çıkan ilk basamağa adım attığında omzunun üstünden bana baktı.
"Gitmemen gerektiğini söyledim."
Yeniden harekete geçtiğinde ona uzandım. Kolum yalnızca parmaklarını tutmak için yetmişti. İlk ellerimize, ardından bana baktı.
"Kardeşini kurtardım, evet. Ama bu bana güvenmen anlamına gelmez. Bana güvenme ve gitmeme izin ver."
Yavaşça bana döndü. Gözleri, zehrin en koyu tonuna bürünmüştü. Çekinerek elini bıraktım. Aldığım nefes dahi ciğerlerimden kaçarken ben göğsümde sıkıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNAHKAR MELEK
Novela Juvenil❛Ben Akça Aksel. Ağça Aksel sanıldığım için kaçırıldım.❜ ⇝ "... Hala benim meleğimsin." Burukça gülümsedim. "Emin misin?" Başını aşağı yukarı salladı. Boğazını temizleyip dudaklarıma baktı. Ben tepki veremeden yüzümü tuttu ve bana yaklaştı. D...