Bölüm 40- Zindan

605 66 28
                                    

Mahperi Sultan cariyelerle arasına mesafe koymamak için akşam yemeğini haremde yemek istemişti lakin Sümbül Ağa dahil herkesin yüzü beş karıştı. Kimse ona selam vermiyor, yanında oturmuyordu. Mahperi neler olduğunu merak etse de sessizce yemeğini yemişti. Asıl kıyamet ise yemekten sonra kopmuştu. Daye Hatun sultanın haremde yemek yediğini Valide Sultan'a söyleyince Valide Sultan anlık öfkeyle hatunun zindana kapatılmasını emretmişti. Çok geçmeden hareme dalan ağalar Mahperi'nin gözyaşlarına aldırmadan onu zindana atmışlardı. Mahperi ne kadar yalvarsa da o karanlıkta bir başına kalmıştı. Arada çıkan fare seslerini duyunca korkuyla bir köşeye sinmişti. Belli ki İbrahim Paşa kendisini beklemeden hünkara durumu anlatmıştı. Süleyman ise onu dinlemeyi bırak bu kirli ve korkunç yere hapsetmeyi layık görmüştü. Korktuğu şey başına gelmişti Mahperi'nin. Buradan ya bir sultan olarak çıkacak ya da köle bir prenses olarak siyasete alet edilecekti.

Çok geçmeden kopan gürültü ile düşüncelerinden sıyrıldı Mahperi. Çiçek Hatun'un sesini duyunca telaşla bulunduğu zindanın demir parmaklıklarına sarıldı. Çiçek Hatun'un yakarışlar içerisinde karşısındaki hücreye koyuluşunu izledi. Ağalar hatunu epey hırpalamıştı. Gözyaşları arasında Çiçek Hatun'a seslendi Mahperi lakin bir cevap alamadı. Korkuyla tekrar köşeye sindi ve karanlığın içine gözyaşlarını akıttı.

***

Hürrem Sultan daireye girdiğinde kendisini tutamayıp kahkaha attı. Valide Sultan'ın böyle bir karar almasını beklemiyordu lakin bu da bir başlangıçtı. Asıl hedefi hünkarın bunu öğrenip günahkâr ikilinin kellelerini almasıydı. Böylece hem İbrahim'den hem de Mahperi'den kurtulacaktı. Üzerindeki kıyafetleri değiştirip yakası daha açık bir kaftan giydi. Saçlarını özenle tarayıp kokusunu süründü. Saçlarını ve göğüslerini örten tülü düzelttikten sonra daireden çıktı. Önce gururla haremden geçti ardından ise altın yolu ardında bırakıp hünkarın dairesinin önüne geldi. Ağalar saygıyla eğilip kapıyı açtılar. Hürrem kapıdan girer girmez başındaki tülbenti çıkarıp saçlarını düzeltti. Süleyman'ı gözleri bulduğunda saygıyla eğildi. Süleyman masasının başında kağıtlarla uğraşıyordu. 

"Hünkârım."

Süleyman Hürrem'in sesini duyunca başını kaldırdı. Karşısında gördüğü hatun adeta bir alev topuydu. Saçlarına vuran mum alevi ile kızıllar daha bir parlak daha bir göz alıcıydı. Cezası bitmişti lakin o günden beri görmemişti Hürrem'i. Özlediğini hızla atan kalbinden anlamıştı hünkar. Sandalyesini biraz geri çekip yer açtı. Hünkarın gülen yüzünü görünce sevinçle yanına geldi Hürrem Sultan. Aheste aheste hünkarın kucağına yerleşti. Sevdiği adamın sakallarını okşadıktan sonra mırıldandı.

"Benim canımın sultanı, efendim. Hasret kaldım yüzünüze..."

Süleyman kadının daha fazla konuşmasına izin vermeden dudaklarına kapandı. Böylece Hürrem Sultan yeniden hasodanın sahibi olmuştu. 

***

Mahperi uykusundan önüne gürültüyle bırakılan lapa ile uyandı. Bakışlarını karşısındaki ağaya dikti. Ağa ayağıyla tabağı önüne itti. Ardından kapıdan çıktı. Kilit sesi ile birlikte Mahperi önündeki tabağa iğrenerek baktı. 

"Sultanım el mecbur yemelisiniz yoksa güçsüz düşersiniz."

Çiçek Hatun'un sesiyle heyecanla karşısındaki hücreye döndü. Yüzü gözü perişan halde olan Çiçek Hatun'u görünce gözlerinin dolmasını engelleyemedi Mahperi.

"Ne yaptılar sana böyle Çiçek? Hem biz neden buradayız?"

Çiçek Hatun ellerini taş zemine bastırıp ayağa kalktı. Ardından parmaklıkları kavrayıp sultanını inceledi. Saçı başı dağılmış, ağlamaktan gözleri kızaran hatunun bu rezilliği yaptığına inanmıyordu. Her daim yanındaydı. Bu ihanet mümkün değildi.

"Sultanım haremde bir dedikodu çıkmış. Söylenene göre siz ve İbrahim Paşa'nın bir münasebeti varmış. Hatice Sultan'ın sizi görüp paşayı saraya almadığı da öğrenilince başkaca bir delil aramadılar. Ben de bu olanların gerçek olmadığını söyleyince zorla elimden şehzademizi aldılar. Beni de bu hale getirdiler sultanım."

Mahperi duyduklarıyla şaşkına dönmüştü. Burada olma sebebi gerçekler değildi, aksine büyük bir iftiraya uğramıştı. Öfkeyle elini duvara vurdu ve avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Derhal çıkarın beni buradan! Ben masumum bir şey yapmadım! Yalan, iftira tüm bunlar! Oğlumu verin! Şehzadem bensiz yapamaz!"

Çiçek Hatun sultanının çırpınışlarını gözyaşları içerisinde izledi zira elinden bir şey gelmezdi. Tüm gücüyle Allah'a yalvardı. Bir an önce buradan çıkıp şehzadenin yanına gitmeliydiler. Zira eğer bu ihanet iddiası hünkarın kulağına giderse şehzade dahil bir çok kişinin kellesi giderdi.

***

Hürrem Sultan hünkarı ile kahvaltısını yapmış ardından daireden ayrılmıştı. Altın yolda ilerlerken İbrahim Paşa ile karşılaştı. Başörtüsünü düzeltip sırtını dikleştirdi. Kendinden emin bir sesle seslendi.

"İbrahim Paşa! Sabah şerifleriniz hayırlı olsun demek isterdim lakin sizin gibi bir günahkârdan hayır beklemek yanlış olur."

İbrahim Paşa ağır adımlarla sultanın yanına geldi. Ardından gözlerini devirerek sual etti.

"Ne günahından bahsediyorsunuz sultanım?"

Hürrem Sultan saçlarının ucuyla oynarken sırıttı. Ardından ölümcül olan bakışlarını İbrahim'in gözlerine dikti.

"Daha fazla kandırma kendini İbrahim. Küçük ihanetiniz ortaya çıktı. Tüm harem Mahperi ile senin gizli ihanetini konuşuyor. Aşığın zindana atıldı. Yakında sen de layığını bulacaksın."

İbrahim Paşa duyduklarıyla kocaman bir kahkaha attı. Karşısındaki hatunun dediklerine kim inanırdı? Mahperi Sultan ve kendisi... Olacak şey değildi. Ardından dün sabah Hatice Sultan'ın da buna inandığı aklına geldi. Derin bir nefes aldı ve Hürrem Sultan'a cevap vermeden hünkarın dairesine girdi. Hürrem Sultan ise paşanın bu telaşlı haline sinsice güldü.

"Bakalım kellen ayaklarımın dibindeyken de böyle gülebilecek misin İbrahim?"

***

Sultan Süleyman aynanın karşısında kemerini düzeltirken içeri giren İbrahim ile ona döndü. Paşanın gözlerindeki acı ve korkuyu görünce merakla yanına gitti. İbrahim'in eğilmesine fırsat vermeden elini omzuna koydu. 

"Bu halin nedir böyle İbrahim?"

İbrahim nasıl söyleyeceğini bilemiyordu lakin eğer konuşmazsa daha büyük felaketlerin ortaya çıkacağından emindi.

"Hünkarım size anlatmam gereken mühim şeyler var. Lakin nereden başlayacağımı bilmiyorum."

Süleyman kaşlarını çattı ve sedire oturdu. Can yoldaşına da kenardaki minderi işaret etti. İbrahim Paşa koyu kahve saten mindere oturdu. Ardından her şeyi anlatmaya başladı. Süleyman duyduklarıyla gittikçe öfkeleniyordu. Peri'si kayıp bir Rus Prensesiydi ve şimdi saçma sapan safsatalar yüzünden zindandaydı. Öfkeyle ayağa kalktı ve kapıyı açtı. İbrahim Paşa korkuyla hünkarının peşinden gidiyordu. Süleyman ise paşayı durdu ve ağalara seslendi.

"Ağalar! Derhal Mahperi'yi zindandan çıkarıp daireme getirin!"


MahperiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin