Mahperi karanlık koridorda ilerlerken birden ayağı takıldı ve yere düştü. Acıyla yerde inlerken eline değen garip bir kutuyla merakla doğruldu. Bu kutunun burada ne işi vardı? Daha önce bu koridoru sadece annesi ve babası kullanırdı. Onlar bırakmış olmalı diye düşünerek kutuyu eline aldı. Acelesi olduğu için kutuyu bohça yaptığı çantanın içine koyup yürümeye devam etti. Son koridordan da sağa dönünce karşısına çıkan demir parmaklıklarla gözlerini kıstı. Kapının kenarındaki kırılmış zinciri görünce ailesinin daha önce buradan çıktığına kanaat getirdi ve kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Önüne çıkan merdivenleri adımladığında karşısına bir çalı yığını çıktı. Acıyan ellerine aldırmadan çalıları kenara attığında yüzüne vuran ay ışığı ile derin bir nefes aldı. Sonunda başka bir yere çıkmayı başarmıştı. Önce elindeki bohçayı attı, ardından da bedenini kaldırıp büyük çukurdan çıktı. Ailesinin bıraktığı gibi çalıları tekrar çukurun ağzına koyup doğruldu. Etrafına baktığında yine bir ormandaydı. Derin bir nefes alıp ayın aydınlattığı yolda yürümeye başladı.
"Umarım beni bulamazsın Süleyman."
***
"Nasıl kaçar İbrahim?!"
İbrahim Paşa yüzüne vuran soğuk rüzgarla ayılmaya çalışırken hünkarının sorusu ile derin bir nefes aldı.
"Hünkarım bu sürgün kararını kaldıramamış olmalı ki böyle bir yol seçti. Belki geri dönmeye çalışıyordur."
Süleyman atının yularını biraz daha sıktı ve İbrahim'in atına binmesini izledi. Arkasındaki yeniçeriler ise tam teşekkül hazırlardı.
"Dua edelim de bulalım onu İbrahim. İşte o zaman cezanın hasını görecek."
İbrahim atını süren hünkarının ardından istemsizce gözlerini devirdi. Tam atını hareket ettireceği sırada yanına bir ağa geldi. Bir şey sormasına fırsat vermeden eline bir kağıt parçası tutuşturdu. İbrahim bununla sonradan ilgilenecekti. Kağıdı kaftanının gizli cebine yerleştirdikten sonra atını sürmeye başladı. Kısa zamanda hünkarına yetişmişti. Süleyman ise nefes nefese kalsa dahi bir an olsun atını yavaşlatmıyordu. Gözlerindeki şimşeklere yaraşır bir hızdaydı. Bunun ilk nedeni elbette bir an önce Edirne'ye gitmekti lakin ikinci sebebi ise beynine üşüşen karanlık düşüncelerdi.
***
Valide Sultan üzerindeki geceliği ile tahtına oturmuştu. Daye Hatun'dan gelen haberle uykusu kaçmıştı. Mahperi'nin yaptıkları artık sınırı aşmıştı. Hünkarın emrini hiçe sayarak ortadan kaybolmuştu. Bir hanedan evladının anası olarak nasıl böyle bir hataya düşerdi? Bu haberi alan düşmanları ne yapardı düşünmek bile istemiyordu Valide Sultan. Dairesinin kapısı aralandığında merakla doğruldu. Karşısında kızını ve torununu görünce endişeyle ayağa kalktı. Minik Gülpembe annesinin kucağında uyuyordu. Hatice Sultan ise saçı başı karışık bir haldeydi.
"Validem, bağışlayın karşınıza böyle çıktım lakin duyduklarım karşısında daha fazla sarayımda kalamadım."
Valide Sultan Daye Hatun'a eliyle işaret etti. Daye Hatun Hatice Sultan'ın kucağındaki Gülpembe Sultan'ı alıp Valide Sultan'ın yatağına yatırdı. Minik Sultan uykusuna kaldığı yerden devam etmişti. Hatice Sultan saçını elleriyle düzeltirken Validesinin yanındaki sedire oturdu.
"Duydukların doğru Hatice'm. Mahperi sürgüne giderken ağaların elinden kaçmış. Hünkar oğlum ve İbrahim Paşa da onu aramak için yola çıktı."
Hatice Sultan ellerini kucağında birleştirdi.
"Bu ne sorumsuzluktur validem? Hünkar abimin kararlarını hiçe saymadır bu. Nasıl yapar?"
Valide Sultan kızına hak verir gibi başını salladı. Ardından arkasına yaslanıp konuşmaya devam etti.
"Son zamanlarda aklı yerinde değildi Hatice'm. Ona verilen ayrıcalığı iyi kullanamadı ve hataya düştü. Mahidevran'ı aşağılayan bir mektup yazıp hediye yollamış."
Hatice Sultan sessizce Validesini dinlemeye devam etti. Valide Sultan Daye Hatun'un uzattığı gümüş bardaktan bir kaç yudum su içti. Ardından anlatmaya devam etti.
"Duyduğuma göre hediye de Hürrem'in meşhur yüzüğüymüş. Böylece hem hırsızlık yapmış oldu hem de bir hasekiye hakaret etmiş oldu. Oğlum da bu tavırları cezasız bırakmadı lakin hatun zıvanadan çıkmış! Ne demek ağaları atlatıp ormana dalmak? Allah vere de başına bir iş gelmese."
Hatice Sultan duyduklarıyla şaşkına dönmüştü. Zira bu haremde bir tane sağı solu belli olmayan hatun vardı: Hürrem Sultan. Şimdi bir yenisi daha gelmişti. Anlaşılan hatuna fazla güvenmekle hata etmişlerdi.
"Merak etmeyin Validem. İbrahim Paşa ve hünkarımız en kısa zamanda hatunu bulup getireceklerdir."
***
Mahperi karşısına çıkan ilk handan içeri girmişti. Yanına aldığı birkaç altını hancının önüne uzattı.
"Bana bir oda ver."
Hancı karşısındaki hatunu süzmeden edemedi. Üstü başı kir içinde kalmış bu kadının hali onu şüphelendirmişti lakin ses etmeden kıza bir anahtar uzattı. Mahperi anahtarı aldığı gibi üzerinde yazan numaraya göre merdivenlere yöneldi. Odaya girdiğinde aldığı kokuyla burnunu tuttu. İçerisi oldukça pisti. Aceleyle odanın kapısını kilitleyip camı araladı. İçeri dolan soğuk havaya aldırmadan yatağa yöneldi. Kullanılmış çarşafları görünce öğürmeden edemedi. Bir şekilde geceyi geçirip tekrar yola revan olmalıydı.
O sırada aklına geçitte bulduğu kutu geldi. Merakla yatağın üstüne oturup bohçasını açtı. Bir kaç parça kıyafetin altında görünen tahta kutuyu alıp kucağına yerleştirdi. Kapağını zor da olsa açınca içinde bir kese ve mektup buldu. Aceleyle keseyi araladı. Parlayan kolyeyi dışarı çıkardığında istemsizce gözleri doldu. Çok eskiden annesinin boynunda olan kolye şimdi ellerinin arasındaydı. Beceriksizce kolyeyi boynuna geçirmeyi denedi. Bir kaç başarısız girişimin ardından başarılı olunca derin bir nefes almaya çalıştı. Terleyen alnını elinin tersiyle sildi. Ardından elindeki mektubu okumaya başladı.
"Sevgili Anna,
Bu mektubu okuyorsan demek ki ben çoktan bu diyardan göçmüşüm ve sen de o geçidi kullanmak zorunda kalmışsın. Peşinde her kim var ise sakın teslim olma. Sen çok değerlisin. Birazdan yazacaklarım için beni affet kızım. Bunca yalanın arasında seni hayata hazırlamak baban ve bizim için çok zordu.
Sen doğduğunda Moskova Knezliği'nde büyük bir karışıklık çıkmıştı. Ben o sıra Kraliçe Maria'nın yanındaydım. Onun en sadık hizmetkarıydım. Kraliçemize bir sabah gelen habere göre Knezlik'te büyük isyan gittikçe hararetlenmiş ve hainler sarayımızı işgale geliyormuş. Kraliçe bunu duyunca kundaktaki bebeğini benim kollarıma verdi. Ne olursa olsun bir daha oraya dönmemek üzere terk ettim sarayı. Yollarda perperişan bir bebekle kalmıştım. O sırada karşıma baban bildiğin Andrey çıktı. Onunla birlikte kendimizi zor bela Osmanlı Topraklarına attık. Ardından ikimiz de kraliçenin emaneti bebeğe gözümüz gibi bakacağımıza yemin ettik.
O kundaktaki bebek sendin Anna. Bu zamana kadar sana bunu söyleyemediğimiz için beni affet ve bu bildiklerini unut kızım. Zira bunlar sana fayda yerine zarar verir. Bunca zaman seni Osmanlı topraklarında padişahlardan gizli yaşattık. Zira öğrenirlerse seni siyaseten kullanırlardı. Sakın ola payitahta gitmeye kalkma Anna. Ne yap et izini kaybettir.
Bu kolye sana annen Kraliçe Maria'dan kaldı. Dünya gözüyle sana veremedim. Beni affet.
Seni çok seven ikinci annen,
Elga"
Mahperi okudukları karşısında uğuldayan kulaklarına aldırmadan ayağa kalkmaya çalıştı. O sırada kapısı gürültüyle açılmıştı. İçeri giren beden ile nutku tutuldu. Annesi Elga'nın öğüdünün tam aksine karşısındaki öfkeli padişaha acıyla baktı.
"Benden kaçamazsın Mahperi!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Ficción históricaYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...