Mahperi Sultan, Edirne Sarayı'nda kaldığı altı günün ardından hünkarı ile birlikte yola çıkmış, sarayına, yuvasına ayak basmıştı. Bu altı gün içerisinde düşünmeye çok fırsatı olmuştu. Belli ki biri ona yine oyun oynamıştı. Kim olduğunu tahmin etmek elbette zor değildi Mahperi için lakin emin olmadan kimseyi zan altında bırakmayacaktı. Üç gün içinde sarayın terzisinin diktiği yeşil kaftanının eteklerini toparlayarak at arabasından indi. Hünkarı ile birlikte hasbahçeye geldiklerinde Mahperi kolunu sevdiği adamın kolundan kurtardı. Rüzgardan önüne düşen altın sarısı saçlarını geriye savurup hünkarın gözlerinin içine baktı. Ardından ise hayal kırıklığıyla başını omzuna yaslayıp arkasını döndü. Süleyman bir şey demek için ağzını açtıysa da artık çok geçti. Ne yaptıysa güvercininin gönlünü alamamıştı. Mahperi bir kere kırılmıştı ve toparlanması zaman alacağa benziyordu.
Mahperi taşlığa girdiğinde haremdeki cariyelerin sesi kesilmişti. Herkes merakla lohusa sultanı inceliyordu. Haremden perişan halde giden Mahperi şimdi ışıl ışıl görünüyordu. Sümbül Ağa hatunu görür görmez heyecanla yanına gidip önünde eğildi. Mahperi tebessüm ederek Sümbül Ağa'nın konuşmasını bekledi.
"Sultanım, hoş geldiniz."
Mahperi cevap vermek yerine memnuniyetle başını salladı. Ardından tek tek cariyelere baktı. Gülşah Hatunu ve Gülnihal Hatunu görünce omuzlarını dikleştirdi ve tebessüm ederek ağaya döndü.
"Sümbül Ağa, lokmalar dökülsün, şerbetler dağıtılsın. Herkes duysun bilsin ki bana atılan bu çirkin iftiradan da alnımın akıyla kurtuldum. Yeni doğmuş şehzademden beni ayırmak isteyen canileri yüce Allah'ıma havale ettim."
Sümbül Ağa onaylayarak başını eğdi. Mahperi ise saçlarını savurarak taşlıktan geçip Valide Sultan'ın dairesinin önüne geldi. Daye Hatun hafif bir baş selamıyla sultanı selamladıktan sonra dairenin kapısını ardına kadar açtı. Mahperi Sultan içeri girdiğinde gördüğü manzara ile alayla gülmeden edemedi. Hürrem Sultan ve Mahidevran Sultan yan yana oturmuş kahvaltı ediyordu. İkisine de aldırmadan Valide Sultan'ın önünde eğildi.
"Validem..."
Valide Sultan başını tabağından ayırıp gelen kadını inceledi. Zümrüt yeşili, taşlarla işlenmiş kaftanının içerisinde bir ay gibi parlıyordu Mahperi. Sarı saçları iki yanına dökülmüştü. Başını örten yeşil tülün ucundaki işlemelere baktı. Bu saraydan gidişini hatırlayınca böyle muhteşem bir dönüşü beklemiyordu Valide Sultan. İki elini kucağına koyup gelen hatuna tebessüm etti.
"Sarayımıza tekrar hoşgeldin Mahperi."
Mahperi saygıyla tekrar eğildi. Ardından iki sultana da kısaca selam verdi. Valide Sultan ise ona oturması için işaret verdiğinde yine saygıyla reddetti. Ardından dudaklarını büzerek konuşmaya başladı. Bunca zaman saygıda kusur etmediği Valide Sultan bile ona inanmamıştı lakin artık eski Mahperi yoktu.
"Ne yaptıysanız başaramadınız, yine buraya geldim. Lakin sultanlarım bilin ki karşınızda artık küçük, hor görebileceğiniz bir hatun yok. Bana atılan bu çirkin iftiranın ardında kim olduğunu bulacağım ve o gün geldiğinde hiç şüpheniz olmasın ki hünkarımız bana yapılan bu hakarete sessiz kalmayacak."
Hürrem Sultan karşısındaki hatunu öfkeyle izliyordu. Eski saf, sessiz hatun gitmiş, yerine tehditkar ve hakkını savunan bir hatun gelmişti. Planı eline yüzüne bulaştırdığını fark ettiğinde öfke ile soludu. Bunu fark eden Mahidevran Sultan ise sessizce kıkırdadı. Ardından Hürrem'in kulağına eğildi.
"Karşındaki hatuna iyi bak Hürrem. İşte o senin sonun olacak."
***
Mahperi, Valide Sultan'ın dairesinden çıkar çıkmaz karşısında gördüğü Çiçek Hatun ile sevinçle kollarını açtı. İki arkadaş özlemle birbirine sarıldı. Çiçek Hatun arkadaşını karşısında görmenin derin mutluluğunu yaşıyordu. Nihayet planı işe yaramış, Mahperi'yi tekrar ait olduğu yere döndürmeyi başarmıştı. Mahperi heyecanla Çiçek Hatun'un kollarından sıyrıldı. Etrafta başka cariye göremeyince telaşla sordu.
"Oğlum... Bayezid'im nerede Çiçek?"
Çiçek Hatun gülümseyerek minik şehzadenin süt annenin yanında olduğunu söyledi. Mahperi bunu duyunca üzüntüyle arkadaşına sütünün kesildiğini anlattı. Çiçek ise arkadaşının koluna girip onu süt anneye götürürken teselli etmeye çalışıyordu. Dairenin önüne geldiklerinde Mahperi kalbinin atışından sağır olmuş gibiydi. Evladını görecek olmanın sevinci ile dairenin kapısını araladı. Bebeğini bir hatunun kucağında kendisine bakarken görünce gözyaşlarını tutamadı güzel sultan. Heyecanla koşarak bebeğinin yanına geldi. Hatun ise sultanı görünce eğilip bebeği uzatmıştı. Mahperi oğlunu kucağına alır almaz burnunu oğlunun boynuna gömdü. Kokusunu derin derin içine çekerken bu kavuşmaya şahit olan iki hatun gözyaşlarına boğulmuştu.
"Benim cennet kokulu oğlum, ben geldim. Annen geldi. Affet beni canım oğlum."
Minik şehzade annesinin kokusunu alır almaz huzurlu bir uykuya dalmıştı. Mahperi başını oğlunun boynundan kaldırıp saçlarının arasına bir öpücük kondurdu. Ardından karşısındaki hatuna minnetle tebessüm etti.
"Oğluma çok iyi bakmışsın hatun, teşekkür ederim."
Hatun saygıyla sultanın önünde eğildi. Ardından yokluğunda neler olduğunu bir bir sultana anlattı. Minik şehzade ilk iki gün hiçbir şey yememiş, sürekli ağlamıştı ardından açlığa daha fazla direnemeyen şehzade karnını doyurmuş ve uyumuş. Oldukça sakin ve aç bir bebekmiş. Mahperi bunları duydukça yer yer gözyaşlarına boğuluyor, yer yer ise kıkırtılarını tutamıyordu.
"Allah senden razı olsun hatun. Bundan sonra şehzademi yine sen emzireceksin. Çiçek ile birlikte iç dairede emzireceksin oğlumu. Beslenmene, temizliğine dikkat et."
"Emriniz başım üstüne sultanım."
***
Mahperi Sultan kucağındaki şehzadesi ile dairesine girdiğinde derin bir nefes aldı. Yüzüne taktığı gülücük maskesinden kurtulan sultan kederli bakışları ile sedirine oturdu. Çiçek Hatun bu durumu fark edip iç odadaki beşiği sultanın yanına taşıdı. Mahperi teşekkür ederek bebeğini beşiğine bıraktıktan sonra Çiçek Hatun'a döndü.
"Hünkar beni yakalamasaydı da gizlice buraya gelecektim. Oğlumu son bir kez koklayacaktım Çiçek."
Çiçek Hatun kaşlarını çattı. Ardından arkadaşının ellerini tuttu.
"Buradan hiçbir şey almadan gittiğinde anlamıştım zaten sende bir haller olduğunu. Lakin büyük bir hata yaptın Mahperi. Ya başına bir şey gelseydi. Masumiyetin de ortaya çıkmışken ya hiç dönemeseydin? Ne olacaktı o zaman?"
Mahperi omzunu silkti. Ardından evladına sevgi dolu bir bakış attı. O sırada kapısı tıklatıldı. Ardından Sümbül Ağa bir tabak dolusu lokma ve bir sürahi şerbet ile içeri girdi. Mahperi tebessüm ederek kenardaki siniyi işaret etti. Sümbül Ağa getirdiklerini oraya bıraktıktan sonra sultanını süzdü.
"Sultanım bizi epey endişelendirdiniz? Ulak gelip de sizin kaybolduğunuzu söylediğinde ne yapacağımı şaşırdım. Hünkarım az daha kellemi alıyordu."
Mahperi korkuyla Sümbül Ağa'yı inceledi. Herhangi bir yerinde bir sorun görmeyince rahatladı. Ardından tabaktan bir tane lokma alıp ağzına attı.
"Gördüğün gibi buradayım Sümbül Ağa'm. Merak buyurma bundan sonra böyle bir hadise vukuu bulamayacak lakin gözünüzü dört açın. Bana bunu kim reva gördüyse ortaya çıksın istiyorum."
Sümbül Ağa başını eğdi ve sultanını selamladıktan sonra daireden çıktı. Çiçek Hatun ise çekinerek Mahperi'ye döndü.
"Bunu kimin yaptığını bilmiyorum lakin nasıl olduğunu biliyorum sultanım. İbrahim Paşa'ya mektup yazdım. Bizzat Nigar Kalfa'nın ağzından. Geçen gün Daye Hatun ile konuşurken duydum. Biri hatunu sıkıştırıp elinden almış kutuyu. Söylenene göre o cariye de Hürrem Sultan'a çalışıyormuş."
Mahperi kaşlarını çatarak Çiçek Hatun'un gözlerinin içine baktı. Edirne Sarayı'na geldikleri ilk gece İbrahim Paşa hünkarına bir mektuptan bahsetmişti. Sonrasında ne olduğunu tam duyamasa da hünkarının yanına gelip özür dilediğini ve onu dakikalarca öptüğünü hatırladı. Demek ki Çiçek Hatun'un planı sayesinde masumiyeti ortaya çıkmıştı. Arkadaşının elini minnetle sıktı.
"O halde Nigar Kalfa'yı çağır hatun. Bakalım derdi neymiş de susmuş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Ficção HistóricaYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...