Mahperi hünkarı görür görmez elindeki kağıdı arkasına sakladı. Bu hareket öfkeli hünkarın dikkatinden kaçsa da İbrahim Paşa hemen fark etmişti. Kuşkuyla karşısındaki hatuna baktı. Sabahın ilk ışıkları göğü aydınlatmaya başlamıştı.
Ne zamandır yolda olduklarını bilmiyordu lakin eski bir hanın önünden geçerken yollarını kesen hancının dedikleriyle kuşkulanan ikili ağır adımlarla hancının gösterdiği odaya gitmişlerdi. Elinde bir kese ile gezen lakin perişan görünümlü hatundan hancı hoşlanmamıştı ve gördüğü ilk yeniçeri ordusuna bildiklerini anlatmıştı. Tarif ettiği hatun hünkarın işine yaramış olacaktı ki iki kese altını hemen avcunun arasına bırakmıştı.
"Hünkarım..."
Sultan Süleyman üç adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp kadının kolunu kavramıştı. Mahperi kolunda hissettiği acı ile dudaklarını ısırdı. Bir zamanlar ona aşkla bakan gözlere dikti gözlerini. Annesinin istemediği şey olmuştu işte. Karşısında bir Osmanlı Padişahı vardı. Kuşkuyla inceledi hünkarını. Gerçekleri biliyor muydu? O yüzden mi çıkmıştı karşısına? Belki de bir planı vardı?
"Sen nasıl bunu bana yaparsın? Ağaların elinden kaçmak da ne demek?!"
Mahperi karşısında öfkeyle bağıran adama tepki vermedi. Bakışlarını Pargalı'nın üzerinde gezdirdi. Onu hareme sokan, hünkarın sadık yardımcısı Pargalı belki de her şeyi biliyordu. Endişeyle dudaklarını ısırdı. Hünkarın kolunu sarsmasıyla bakışlarını tekrar sevdiği adama çevirdi.
"Ben senin için o hareme girdim. Sen yoksan, aşkın yoksa neyleyeyim sarayı?"
Mahperi kolunu kurtarmaya çalışırken Süleyman kızı sertçe bedenine bastırdı. Mahperi özlemle gözlerini kapattı. Süleyman sevdiği kadının saçlarını okşarken mırıldandı.
"Ya seni kaybetseydim..."
Mahperi gözlerinden akan yaşlara aldırmadan sevdiği adamın yüzüne baktı. Ellerinin arasından kayıp giden kağıda aldırmadan sevdiği adamın kollarını kavradı. Ardından hünkarın kalbine hançer gibi saplanacak o sözleri söyledi.
"Siz bana inanmayarak beni zaten kaybettiniz hünkarım."
***
Mahidevran Sultan şehzadesinin uyuduğundan emin olduktan sonra ağır adımlarla dairesinden çıktı. Arkasındaki Gülşah ve bir kaç cariye ile haremin koridorlarında ilerlerken karşısına Hürrem Sultan çıktı.
"Sultanım, ne bu telaş?"
Mahidevran Sultan omuzlarını dikleştirip karşısındaki hatunu süzdü. Turuncu saçları bukle bukle göğüslerine dökülüyordu. Üzerindeki koyu mor kaftanı ve süslü gerdanda gezindi bakışları. Ardından tekrar kadının yüzüne baktı. Kibirli ve kendinden emin bakışlarının ardındaki telaşı görünce tebessüm etti. Ardından bir iki adım yaklaştı ve alçak sesle konuştu.
"Asıl senin bu telaşın niye Hürrem? Yoksa hünkarımızın gözdesi için yollara düştüğünü mü öğrendin?"
Hürrem sultan dilini dudaklarıyla ıslattıktan sonra alayla gülümsedi.
"Size acıyorum sultanım, hâlâ daha bir cariyeye umut bağladınız. Gerçi siz de haklısınız hünkarımız yüzüne bile bakmıyor."
Mahidevran Sultan omzunu silkti ardından ağır adımlarla Hürrem Sultan'ı geçti. Sonra aklına yeni gelmiş gibi durdu. Omzunun üstünden arkasına bir bakış attı. Hürrem Sultan da ona dönünce iki sultanın bakışları kesişti.
"Belki de hünkarımız o hatunu affedip buraya, saraya getirecek. İşte o zaman göreceğiz Hürrem. O sarsılmaz aşkın bir kere daha yıkılacak. Yazık sana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Ficção HistóricaYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...