Sultan Süleyman Hatice Sultan'ın yatağındaki kolu kanadı kırık güvercine elleri titreyerek dokundu. O cehennem ateşiyle haremi saran uğursuz gecenin üzerinden tam dört gece geçmişti. Sevdiği kadını kucakladığında işittiği çığlığı ömür boyunca unutamayacağına emindi. Nitekim o çığlığın ardından Mahperi hünkarın kolları arasında kendinden geçmişti. Süleyman acıyla onu hasodaya taşımıştı. Mahperi Sultan'ın bu halini gören dairedeki herkesi bir korku sarmıştı zira hareketsiz yatan sultanın göğsü o denli yavaş inip kalkıyordu ki dikkatli bakmayan biri öldüğünü düşünebilirdi.
Durumun vehameti gün ışıyınca daha da belirmişti. Zira Mahperi Sultan'ın kandan ve isten arındırılan bedeni yangının büyüklüğünü gözler önüne sermişti. Sultan canlı canlı yanmıştı. Hekim kadın sultanın tüm kolunu ve bacaklarını sarmıştı. En sonunda sultanın sırtını çevirdiklerinde kalas şeklindeki yanık ve etrafında oluşan morluğu görmüşlerdi. Belli ki güzel sultanın üstüne haremin tavanını destekleyen işlemeli ağır kalas destekleyicilerden biri isabet etmişti. Bunca yaraya ve acıya rağmen Mahperi şehzadeyi bir melek gibi korumuş, onu yangından çekip çıkarmıştı. Şehzade Selim o yaşanan korkunç gecede hatırladığı her şeyi hem validesine hem de hünkarına anlatmıştı. Mahperi'nin ona nasıl siper olduğunu, o yangından çekip çıkardığını öğrenen Hürrem ise pişmanlıkla kavruluyordu. Zira zamanında Mahperi'nin oğlunu öldürmek için süt anneye zehir veren oydu. Oysa Mahperi en zor gününde oğlunu kurtarmış, Azrail'in elinden çekip almıştı.
"Benim canımın cananı sultanım. Aç gözlerini..."
Süleyman yanağına süzülen yaşa aldırmadan sevdiği kadının sargılı eline minik bir öpücük kondurmuştu. Uzun süre dumanda kalan Mahperi derin bir uykuya yatmıştı. Öyle ki yangının ardından Hatice Sultan'ın Sarayına getirilip, üzeri değiştirildiğinde dahi uyanmamıştı. Hekimlerin dediğine göre oksijen kaybeden sultanın kendine gelmesi zaman alacaktı. Hem vücudunda oluşan yanıkların acısının dinmesi için uyuması daha iyiydi zira uyanık olduğu her an yeniden alevleri tüm bedeninde hissedecekti.***
Hatice Sultan sarayının bahçesinde koşuşturan çocukları uzun uzun izledi. Şehzade Mehmet ve Mihrimah Sultan, evladı Gülpembe ve Osman ile koşturuyordu. Yeğenlerinin iyi olmasına çok seviniyordu güzel sultan. O gece haberi alır almaz İbrahim Paşa ile birlikte saraya gitmişti. Yangınların yükseldiği haremi gördüklerinde kalbinde oluşan acıyı hâlâ daha unutamıyordu. Hünkarın emri ile birlikte tüm cariye ve kalfalar geçici bir süre için eski saraya gönderilmiş, sultanlar ve yeğenleri ise Hatice Sultan'ın sarayına götürülmüştü. Daye Hatun da cariyelerin düzenini sağlamak için eski saraya gitmeyi uygun bulmuştu. Nigar Kalfa ve Sümbül Ağa ise Gülşah, Farya ve Eteri Hatun'la birlikte hem çocuklarla hem de sultanlarla ilgilenmek için Hatice Sultan'ın sarayında kalıyorlardı.
"Bu nasıl bir kabus böyle İbrahim?"
İbrahim Paşa yorgun bir soluk verdi ve sultanının omzuna elini koydu. Tıpkı Hatice Sultan gibi o da dışarıdaki çocukları izliyordu. Hatice Sultan yandan örgü yaptığı saçını geriye atıp İbrahim Paşa'ya döndü. Ellerini sevdiği adamın kollarına koydu. Ardından buğulanan gözlerini paşanın yorgun gözlerine dikti. İkisi de o geceden beri zerre uyku uyumamıştı. Sarayları ilk defa bu kadar kalabalıktı ve bir sorun çıkmaması için ellerinden gelenden daha fazlasını yapmak zorundaydılar.
"Hünkarımızın hali beni endişelendiriyor Hatice'm. Bir an olsun Mahperi Sultan'ın başından ayrılmadılar. Sürekli sultanımızı kaybetmekle sınanıyor ve benim elimden hiçbir şey gelmiyor."
Hatice Sultan paşanın üzgün çıkan sesiyle daha da derin bir kedere boğuluyordu. Salonun bir köşesinde sessizce oturan Şehzade Bayezid ve Mahpeyker Sultan'a baktı. Eteri Hatun'un kolları arasında günlerce sessizce gözyaşı döken bu çocukların annesiz kalmasını istemiyordu lakin Mahperi'nin durumunda en ufak bir değişim yoktu.
"Bir şekilde iyileşeceğiz İbrahim... Bu kederli günleri geride bırakacağız. Lakin o gün gelene kadar bu hadisenin iç yüzünü öğrenmeliyiz. Zinhar cezasız kalmamalı."
***
Hürrem Sultan dairesinde şehzade Selim'in yanındaydı. Yangının ardından şehzadede geçmeyen bir öksürük vardı. Ne yaptıysa bir türlü bunun önüne geçememişti. Ayrıca geceleri olayın etkisiyle kabuslar gören şehzade kimi zaman ağlayarak kimi zaman ise bağırarak uyanıyordu. Oğlunun bu hali Hürrem Sultan'ı kahrediyordu. Farya Hatun'la elinden ne geldiyse yapmaya devam ediyordu lakin nafileydi. Bu küçük sarayda sıkışıp kalmışlardı.
"Farya şehzademi al bahçeye götür. Bol bol temiz hava alsın. Ciğerlerine iyi gelecektir."
Farya başını sallayarak koltukta oturan şehzadenin yanına gitti. Şehzade Selim okumaya çalıştığı kitabı kenara bırakıp Gülnihal'in elini tuttu ve daireden ayrıldılar. Hürrem Sultan ağrıyan başını eliyle ovuştururken ayağa kalktı. Daireden çıkıp büyük salona gidecekken aklına gelenlerle adımlarını Hatice Sultan'ın yatak odasına doğru attı. Aralık olan kapının önüne geldiğinde içeride gördüğü beden ile gözlerini acıyla kıstı. Canının padişahı gözyaşları eşliğinde Mahperi'nin saçlarını okşuyordu. Mahperi ise tıpkı bir ölü gibi hareketsizce yatakta boylu boyunca uzanmıştı. Nedense bu görüntü karşısında öfkelenemiyordu zira oğlunun canını bu hatuna borçluydu. Onun tek üzüldüğü şey sarsılmaz sandığı aşkının yıkılışına şahitlik etmekti. Kabullenmek istemese de bu manzaradan sonra anlamıştı Hürrem Sultan: Hünkarın kalbinin asıl sahibi Mahperi'ydi.
"Tutuşup ışk âteşine dün gice nâgâh şem' / ıktı başumdan duhânı eyledi bir âh şem' /Dökdi yaşlar giceler tâ subh olunca ağladı / Oldı bu derd-i derûnumdan meğer âgâh şem' / Yandığunca âteş-i ışka gönül handân olur / Nitekim kendi ziyânına güler hergâh şem'/ Gönlümün vîrânesini rûşen et mâhum benim / Çün ola gelmişdurur vîrânelerde mâh şem' / Yok dime inkârı kov zâhid sakın, rîşün yanar / Sînesine ehl-i ışkun yaktı çün allâh şem' / Âhum ile gördüler dilde muhibbî âteşin/ Didüler olmak acebtür bâd ile hemrâh şem'"
(tutuşup dün gece aşk ateşine ansızın mum/ çıktı başımdan dumanı, çekti bir ah mum/ döktü yaşlar, gecelerden ta sabah oluncaya ağladı/ bu derin derdimden meğer haberdar oldu mum/ yandıkça aşk ateşine gönül gülen olur/ nitekim kendi ziyanına güler her an mum/ gönlümün viranesini parlak et benim ay yüzlüm/ çünkü viranelerde bulunur ay ışığı/ yok deme inkar etme zahid, sakın; sakalın yanar/ aşk ehlinin sinesine yaktı çünkü Allah mum/ ahım ile gördüler gönülde muhibbî'nin ateşini/ dediler acayiptir, yol arkadaşı olmuş rüzgar ile mum)
Hürrem Sultan, hünkarın Mahperi Sultan'a ağlayarak söylediği şiirin ardından daha fazla orada duramayacağını anlamıştı. Sessizce geldiği gibi daireyi terk ederken hünkar çoktan sevdiği kadının eline ağlayarak kapanmıştı. O sırada tuttuğu elde hissettiği minik bir kıpırtıyla aniden başını kaldırdı. Gözlerinden süzülen umut taneleriyle birlikte ay yüzlü sultanına baktı. Mahperi kurumuş dudaklarını araladığında hünkar kulaklarına dolan melodik sesle gözlerini kapattı.
"Muhibbi..."
Süleyman gözlerini kısarak gülümsedi. Allah şahidi olsun şu dört günde bin yıl yaşlanmıştı. Sevgiyle yatakta uzanan hatunın saçlarını okşadı. Mahperi gözlerini sevdiği adamın yaş dolu gözlerine dikti. O korkunç anılar ve çektiği acının eşliğinde gözlerinin dolduğunu hissetti.
"Sevgilim..."
Mahperi elini tuttuğu hünkarının gözlerinin içine sevgiyle baktı. Son hatırladığı yüz onun telaşlı ve korkmuş yüzüydü. Burnuna dolan isin kokusunu hâlâ daha aldığını hissetti. Acıyan sırtına aldırmadan doğrulmaya çalıştı lakin Süleyman onu engelledi. Ardından dudağına minik bir öpücük kondurarak hekim kadını çağırmak için ayaklandı lakin bu sefer de Mahperi onu engelledi.
"Gitme... Sakın bırakma beni. Canım çok yanıyor."
Süleyman hızla geri döndü ve sevdiği kadının yattığı yatağın kenarına çöktü ve narin eli yavaşça kavradı. Sayısız öpücük kondururken sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu hünkar.
"İyileşeceğiz Peri'm... İyileşeceğiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Ficção HistóricaYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...