Bölüm 4- Hareme Gelen Misafir

1.5K 93 3
                                    

Edirne Sarayına geleli bir hafta olmuştu. Sultan Süleyman, orduyu ve önemli paşalarını payitahta göndermiş, can dostu Pargalı ve bir kaç ağası ile birlikte her gün şehre iniyor ahalinin arasına karışıyor, ardından günün geri kalanını Anna ile geçiriyordu. Anna, Süleyman'a iyice alışmıştı. Güveninin nişanesi olarak hünkara evini açmıştı. Her gün göl kenarında ayaklarını suya sokuyor, akşama kadar türlü türlü konularda hasbihal ediyorlardı. Hünkar oldukça şaşkındı. Henüz on yedi kış görmüş hatunun kıvrak zekası ve kültürü Pargalı İbrahim'le yarışırdı. Bir çok dil bilen Anna'nın ana dili Rusça'ydı. Buna rağmen genç kız Latince ve İspanyolca biliyor, Fransızcayı akıcı bir şekilde konuşuyordu. Bu da yetmezmiş gibi çok iyi at kullanan Anna okçulukta da başarılıydı. Birkaç kere Anna ile ok talimi bile yapmışlardı.
O gün yine gölün kenarına gelen hünkar artık kararlıydı. Anna'yı ikna edip bir şekilde payitahta, sarayına götürecekti. Çimenlerin üzerine bedenini bırakan hünkar karşıdan kuzusuyla gelen Anna'yı görünce istemsizce gülümsedi. Hatunu saraya alacaksa kuzusunu da yanına almalıydı. Bir an validesinin kuzuyu haremde gördüğünü düşündü. Olacakları şimdiden merak eden hünkarın bilmediği şey ise asıl kuzunun Anna oluşuydu. Masum kızı hiç düşünmeden kurtların arasına atıp "Haydi yaşa." diyecekti.
Anna hünkarın yanına geldiğinde gülümseyerek kuzuyu yere bıraktı. Minik Dolly -Anna ona bu adı takmıştı- sevinçle zıplayarak Süleyman'ın dizine başını sürtmüştü.
"Bugün nasılsın Muhibbi?"
"Gayet iyiyim Anna. Sen nasılsın, afiyettesindir inşallah."
Anna hünkarın yanına oturup başını omzuna dayadı.
"Senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok mutluyum. İyi ki yollarımız kesişti."
Süleyman tebessüm ededek genç kızın başını okşadı. Etrafında bu kadar masum bir hatun görmeyeli hayli zaman olmuştu. Lakin onu yanına alması gerekiyordu. Çekinerek elini Anna'nın elinin üstüne koydu.
"Bu ormanın senin evin olduğunu biliyorum Anna. Lakin burada güvende değilsin. Benim payitahta dönmem gerek. Benimle gel. Seni saraya sokarım. Ne yiyecek düşünürsün ne de barınacak yer. Ben de sık sık uğrarım yanına."
Anna başını olumsuz anlamda salladı. Saraya girip esir olmak istemiyordu. O hür bir kadındı ve özgürce ormanda olmak istiyordu.
"Muhibbi. Ben saraya gitmek istemiyorum. Ya hünkar geldiğimi öğrenirse? Beni düşmanlarımın önüne atarsa ne olacak?"
Süleyman acıyla tebessüm etti. Ona gerçeği söylemek istiyordu lakin güvenini kaybetmekten korkuyordu.
"Sana söz veriyorum hünkar sana kızmayacak. Ben onu çok iyi tanırım."
Anna derin derin düşündü. Burada ailesi yoktu, kimsesi yoktu. Saraya gidip huzurla yaşayabilirdi. Hem Muhibbi ile daha çok vakit geçirirdi. O bir tüccardı kendisi için bu ormanda yaşayamazdı.
"Sen her zaman orada olacak mısın? Seni görebilecek miyim?"
Süleyman genç kızın yanağına dokundu. Teninden yükselen ısıyla gözlerini kapattı. Değerli bir inci tanesini elinde tuttuğunu düşündü.
"İstediğin zaman beni görebilirsin Anna. Sana söz veriyorum."
Anna gülümseyerek başını Süleyman'ın dizlerine koydu. Günlerdir yaptığı gibi Süleyman'ın elini tutup karnına koydu.
"Benim için burada kaldığını biliyorum. Sana minnettarım. Yıllardır kimse ile konuşmadım. Bu kadar mutlu olmamıştım. Şimdi gidecek olmana dayanamam. Eğer dediğin gibi seni görebileceksem gelmeye razıyım."
Süleyman tebessüm ederek başını salladı. Minik Dolly ise "Peki ya ben?" Der gibi meleyince Anna kıkırdadı. Kıkırtısı bir melodi gibi doldu hünkarın kulağına.
"Onu da alacağım. Benimle sarayda kalacak."
Süleyman onaylar gibi başını salladı.
"Öyleyse kalk bakalım güvercin. Yola revan olma vaktidir."
***
Haremde büyük bir hazırlık vardı. Dün gelen yeni habere göre hünkar yola çıkmış, payitahta geliyordu. Valide Sultanın emriyle taşlık temizleniyor, aşhanede hummalı bir hazırlık yapılıyordu. Hünkarın en sevdiği yemekler ve şerbet hazırlanmıştı. Cariyeler bir umut hamama gidip hünkar için hazırlanmıştı. Şayet Hürrem Sultan'dan fırsat kalırsa halvete girip gözde cariye olma şansını yakalayabilirlerdi.
Haremde hazırlıklar tüm hızıyla devam ederken hünkarın gelişine heyecanlanmayan iki sultan vardı. Biri gözyaşının sultanı Mahidevran Sultan'dı. Diğeri ise Gül Ağa'dan aldığı haberle yıkılan Hürrem Sultan'dı.
Gül Ağa Edirne Sarayı'nın gözü kulağıydı. Ondan habersiz kuş uçmazdı ve tabi ki kendisi Hürrem Sultan'ın sadık neferiydi. Hünkar yola çıkacağı zaman yanında bir hatun ve kuzuyla gelince derhal Hürrem Sultan'a mektup yazmış, ulakla aynı gün içinde sultana ulaşmasını sağlamıştı. Hürrem Sultan bu gizemli hatunun gelişiyle bir şeylerin değişeceğini anlamıştı. Zira hünkarı av bahanesiyle o hatunla gününü gün etmişti. Belki de hatun gebeydi. Öfke ile dairesinde bir ileri bir geri yürürken Nigar Kalfa içeri girdi.
"Sultanım, Valide Sultanımız gelmenizi buyurdu. Hünkarımız has bahçeye teşrif etmişler. Karşılama Validemizin dairesinde olacak."
Hürrem Sultan üzerindeki kırmızı kaftanını düzeltti. Ardından beşiğinde huzurla uyuyan Selim'i kucağına aldı.
"Gülnihal! Mehmet ile Mihrimah'ımı getir. Hünkarımız gelmişler."
***
Mahidevran Sultan, şehzadesi ile birlikte Hatice Sultan ve Hürrem Sultan'ın arasındaki yerini aldı. Hünkarını görecek olmak kendisini oldukça mutlu etse de bu saadetinin karşılığını alamayacak olmak onu bir hayli üzüyordu.
"Destur! Sultan Süleyman Han Hazretleri."
Süleyman Han tüm ihtişamıyla Valide Sultan'ın dairesine girdi. Özlemle Valide Sultan'ın elini öptü.
"Aslanım. Oğlum... Süleyman'ım. Hoşgeldin."
Hünkar, Validesine sarıldıktan sonra elini tuttu.
"Hoşbuldum Validem. Sizi böyle sağlıklı görmek beni ziyadesiyle mesut etti."
Hünkar, yan taraftaki Hatice Sultan'a elini uzattı. Hatice sevinçle abisinin elini öptü. Ayaküstü sohbet ettiler.
"Hatice'm sen sarayına git. İbrahim seni bekliyor. Hayli özledi."
Hatice utançla başını eğip huzurdan ayrıldı. Sıra Mahidevran Sultana gelmişti. Mahidevran titreyerek ellerini hünkarına uzattı. Süleyman acele etmeden elini Mahidevran'ın elleri arasına bıraktı. Gözyaşının sultanı hasretle öptü o eli. Süleyman Mahidevran'ın bu haline üzülmüştü. Sofrasına zehir koyduğu, Hürrem'ini karnındaki evladıyla zehirledeği günden beri hatunun gözünde yaş dinmiyordu.
"Nasılsın Mahidevran? Sıhatin yerinde mi?"
"Sağlığınıza duacıyım hünkarım."
Süleyman başıyla onaylarak Mahidevran'ın önünde duran Mustafa'sına gülümsedi.
"Benim aslanım. Büyüyüp, serpilmişsin."
Şehzade Mustafa özlemle babasına sarıldı. Her ne kadar hünkar da olsa bir çocuğun gözünde baba babaydı. Mustafa derin bir sevgi ve hürmetle bağlıydı babasına.
"Hünkarım... Güneş gibi doğdunuz sarayımıza. Hoşgeldiniz."
Süleyman bu sözlerin sahibi olan Hürrem'e döndü. Gülümseyerek alnını öptü sultanının.
"Hürrem'im. Maşallah bana bir şehzade daha verdin."
Süleyman, Hürrem'in kucağındaki minik şehzadenin alnına bir öpücük kondurdu. Ne güzel kokuydu bebek kokusu. Sanki cennet bahçesi kokuyordu minik şehzadesi.
"Selim'im... Benim minik şehzadem. Atası Yavuz Sultan Selim Han gibi yiğit, cengaver biri olur inşallah."
***
"Adın ne senin hatun?"
Anna korkuyla önünde dikilen ağaya baktı. Kucağındaki kuzusuyla Muhibbi'den ayrılmış harem denen yere getirilmişti. Etrafta bir sürü hatun vardı. Merakla ona bakıyorlardı.
"Benim adım Anna beyim."
Sümbül Ağa karşısındaki hatunun dedikleriyle tıslaya tıslaya güldü.
"Yav hatun senin dillerin ne der? Ne beyi ben ağayım ağa. Sümbül Ağa."
"Sumsul Ağa. Ben nerede kalacağım?"
Sümbül Ağa elini alnına bastırdı. Adını yanlış zikreden hatunun kolunu kavradı. "Gel hele şöyle hatun. Hünkarımız seninle özel ilgilenmemizi buyurdu. Gözdeler katına çıkacaksın."
Anna Muhibbi'nin hünkar ile konuştuğunu anlayınca sevinçle kuzusuna sarıldı. Sümbül Ağa, Nigar Kalfa ile birlikte gözdeler katına Anna'yı yerleştirdi. Minik Dolly meleyerek sağa sola zıpladıkça Sümbül Ağa ellerini dizlerine vuruyordu.
"Hatun haremde kuzunun beslendiği nerede görülmüş?"
Nigar Kalfa Sümbül'ü dürttü.
"Hasodabaşımızı duydun ağam. Anna Hatun'a iltimas göstereceğiz. Aman diyim kelleni seviyorsan."
Sümbül Ağa elini çenesine koyarak onayladı onu.
Hareme gelen yeni misafir belli ki epey baş ağrıtacaktı.

MahperiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin