Haremde telaşlı bir hazırlık vardı. Hünkar iyileşmesi şerefine taşlığı, haremini ziyaret edecekti. Valide Sultan'ın emri ile o sabah taşlık yıkanmış, cariyeler en süslü kıyafetlerini giymişti. Dışarda kopan gürültüyü umursamayan tek kişi ise Anna'ydı. Ne yapacağını bilmiyordu. Sevdiği adam bir hünkardı ve binlerce rakibi vardı. Hürrem Sultan'ın daha evvel yaptıklarını bilmek de pek yardımcı olmuyordu genç kıza. Artık tüm harem dün gece olanları öğrenmişti. Anna bir şifacı gibi hünkarı iyileştirmiş, tüm gece sabaha kadar başında beklemişti. Bu da yetmezmiş gibi Edirne'den bu yana yaşananlar bir bir ortaya çıkmıştı. Anna usullere aykırı bir biçimde hünkarın yanında olmuş, aylarca onunla görüşmüştü.
"Ne yapacağım ben şimdi..."
Genç kız inleyerek yatağından kalktı. Geceliğini düzeltirken dairesinin kapısı aralanmış, Nigar Kalfa içeri girmişti.
"Hazırlan hatun. Hünkarımız hareme gelecek. Taşlıkta selamlama var. Gözdesi olarak orada olman icap eder."
Anna başını olumsuz anlamda salladı.
"Benim misafirliğim buraya kadar Nigar Kalfa. Bir gece daha kalmayacağım bu haremde."
Kuzu Dolly meleyerek sahibinin yanına gelmişti. Anna acı bir tebessümle okşadı kuzusunun başını, ardından Nigar Kalfa'ya döndü.
"Zaten belli değil miydi buraya ait olmadığım? Hatunlar artık düşman olur bana. Hürrem Sultan gırtlağımı sıkmak için an kolluyor. Ben böyle yaşayamam."
Nigar Kalfa, Anna'nın elini tutarak onu yatağına götürdü. Genç kızı yatağa oturttuktan sonra yanına oturdu. Usulca kolunu okşadı.
"Beni iyi dinle hatun. Hiçbir hatuna nasip olmayan bir biçimde girdin hareme. Hürrem Sultan'dan sonra gelen hiçbir hatuna nasip olmayan bir şekilde hünkarımızla tanıştın. Nice vakittir halvete girmesen dahi bu dairede barındın. Şimdi bunları elinin tersiyle itip eski yaşantına mı dönmek istiyorsun? Hem ne sanıyorsun? Dışarı çıkınca Hürrem Sultan seni bırakır mı hiç? Beklemediğin bir anda kendini boğazın serin sularında bulursun. Kalıp aşkın için savaşmak varken kaçmak niye?"
Anna gözlerine hücum eden yaşlara aldırmadan Nigar Kalfa'ya dikti gözlerini. Kimse onu anlamıyordu. Anlamayacaktı da...
"Bana yalan söyledi Nigar, aylarca kandırdı beni. Ne aşkından bahsediyorsun sen? Benim Muhibbi'm değil o artık."
Nigar Kalfa karşısındaki kızın masumluğuyla gözlerini kapattı. Bir an önce hatunu ikna etmesi gerekiyordu. Eğer hünkar taşlıkta onu görmezse bir çok ağanın ve kalfanın canı yanacaktı. Aralarında maalesef kendisi de vardı.
"Bak Anna. Yaşananları unut demiyorum sana lakin karşındakinin bir hünkar olduğunu unutma. İsteseydi seni zorla buraya sokar, mahremine alırdı. Ağlasan da sızlasan da seni burada tutardı. Lakin hünkarımız belli ki sana değer vermiş. Aklını başına devşir ve derhal hazırlan. Zinhar hata yapma hatun. Yoksa bu sefer karşına hünkarımızı alırsın."
Anna başını ağır ağır salladı. Kaderden kaçamazdı. Gözlerinin önüne gelen anılarla tebessüm etti. Edirne'de karşılaştıkları ilk andan dün geceye kadar olan her şeyi düşündü. Sıfatları farklı olsa da karşısındaki adam onun aşkıydı. Nigar Kalfa haklıydı. Kimsenin sahip olmadığı bir kayırmaya sahipti. Belli ki Süleyman'ın kalbinde bir yeri vardı.
"Sen in, ben geliyorum Nigar Kalfa."
***
Taşlıkta herkes sıraya dizilmiş hünkarın gelmesini bekliyordu. Valide Sultan zümrüt yeşili elbisesinin içinde göz kamaştırıyordu. Asil sultanın yanında ise karnı burnunda Hatice Sultan vardı. Pembe kaftanının etekleri karnının etkisiyle biraz yukarı çıkmış, işlemeli çarıklarının ucu görünüyordu. Hemen yanında sırasıyla Mahidevran Sultan ve şehzade Mustafa, ardından ise Hürrem Sultan ve evlatları vardı. Kırmızı kaftanı zümrütlerle işlenmiş olan sultanın ateş kırmızısı saçları elbisesiyle yaraşırdı. Gözlerinden heyecan ve öfke aynı anda okunuyordu zira evlatlarının hemen yanında ise Anna hatun ve hünkarın haremi vardı. Anna ise korku ile duruyordu minik Mihrimah'ın yanında. Giydiği gök mavisi elbisesi gözleri ile yarışırdı. Altın sarısı saçları güneşten kopup gelmişti adeta. Hürrem Sultan'ın yanında küçük kalsa da parlak teni bir inci gibi parlıyordu. Muhibbi'yi ilk defa bir sultan olarak göreceğini fark ettiği andan itibaren kalbi deli gibi çarpıyordu.
"Destur! Yedi iklimin sultanı... Sultan Süleyman Han Hazretleri!"
Sümbül Ağa'nın yakarışı ile Valide Sultan hariç herkes dizlerini kırmış başını eğmişti. Kısa bir selamlamanın ardından Sultan Süleyman koyu lacivert kaftanı ile Valide Sultan'ın elini öptü.
"Validem..."
"Aslanım, Süleyman'ım, hünkarım! Yüce Rabbime şükürler olsun ki iyisin."
Süleyman bir kere daha annesinin elini öptükten sonra Hatice Sultan'ı selamladı. Kardeşinin şişkin karnına elini koydu. Aynı anda eline ulaşan tekme ile tebessüm etti.
"Haticem. Belli ki cihana bedel bir evlat geliyor."
Hatice Sultan gülümseyerek abisinin elini kavradı.
"Hünkarım, gözlerinizi açtınız... Şükürler olsun ki yanımızdasınız."
"Hastalık bitti Hatice'm."
Mahidevran Sultan ve Şehzade Mustafa da hünkarı selamladı. Süleyman Mahidevran'la kısa bir süre sohbet ettikten sonra Hürrem'e döndü. Gülümseyerek elini uzattı. Hürrem sevinçle hünkarının elini öptü.
"Benim canımın padişahı... Bizi öyle korkuttunuz ki. Siz yokken ateşlerde kavrulduk."
Süleyman başını salladıktan sonra Mehmet ve Mihrimah'ı öptü. Hürrem'in kucağındaki Selim'i kucaklayıp sarı saçlarını okşadı.
"Selim kilo almış maşallah."
Minik şehzade babasını duymuş gibi minik bir ses çıkardı. Anna bu sahneye sevgi ile bakıyordu. Ne de çok yakışmıştı sevdiği adamın kucağına bir bebek. Hülyalı bakışları hünkarın bakışıyla kesişince hüzünle başını eğdi. Süleyman Selim'i Hürrem'e teslim ettikten sonra Anna'nın karşısına geçti. Şimdi tüm harem nefesini tutmuş ikiliyi gizlice süzüyordu.
"Güvercin..."
Anna sevdiği adamın seslenişi ile gülümseyerek başını kaldırdı. Ona güvercin demişti. Eskisi gibi... Çekinerek mırıldandı.
"Muhibbi..."
Süleyman tebessüm ederek elini uzattı genç kıza. Anna hasretle öptü o eli. Hürrem Sultan huzursuzca yerinde kıpırdandı. Mahidevran Sultan da ona hak verir gibiydi. Bu hatun ilk geldiğinde tehlike arz etmiyordu lakin şimdi bir şeylerin değişme zamanı gelmişti. Hürrem'den sonra bir hatunu daha kaldıramazdı güzel haseki.
***
Akşam olduğunda haremde büyük bir eğlence düzenlenmişti. Tüm sultanlar taşlıkta kurulan sofrada oturuyor, raks eden cariyeleri izliyorlardı. Anna kanununun başına geçmiş, parmakları ahenkle dans ediyordu. Bedeni orada olsa da aklı bugün hasbahçede hünkarı ile yaptığı sohbetteydi.
"Bana neden gerçeği söylemedin Muhibbi? Neden padişah olduğunu sakladın?"
Süleyman gülleri okşarken gelen soru ile parmakları gülün taç yapraklarında dondu kaldı. Başını ağır ağır Anna'ya çevirdi. Güvercini kanadı kırık bir kuş misali bakıyordu gözlerine.
"Söylersem giderdin... Seni korkutmak istemedim."
Anna başını eğip dudaklarını ıslattı. Haklıydı Süleyman. O gün ormanda eğer ben padişahım deseydi Anna bir daha asla karşısına çıkmazdı.
"Peki şimdi ne olacak? Hayallerimize ne olacak Muhibbi? Sen artık benim için sevdiğim adam değilsin... Hünkarımsın."
Süleyman genç kızın çenesini tuttu ve başını kaldırdı. Yumuşak hareketlerle okşadı kızın yanağını. Ardından başını eğip dudaklarının üzerine fısıldadı.
"Karar zamanı güvercin... Ya uçup kalbime konacaksın ya da arkana bakmadan gideceksin. Karar senin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Ficção HistóricaYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...