Haremde günler günleri kovalamıştı. Harem Mahperi'yi yeni gözde olarak kabullenmişti. Hatta aralarında yeni Hürrem diye bahsediyorlardı. Zira Mahperi her gece hünkarın davetiyle hasodaya gidiyor, sabah kahvaltısından sonra yüzünde güneşi kıskandıran gülümsemesiyle dönüyordu. Valide Sultan bu durumdan oldukça memnundu zira Hürrem'in kirli emellerinden haberdar olan sultan haremdeki nizamı Mahperi sayesinde koruyordu. Öyle ki Mahidevran Sultan bile eskisi gibi öfke dolu değildi. Kendini tamamiyle şehzadesinin eğitimine veren güzel sultan arda kalan zamanda kah Hatice Sultan'ın ve bebeği Gülpembe'nin yanında kah hasbahçede vaktini geçiriyordu. Hürrem Sultan ise uzun zamandır sessizdi. Kendisini dairesine kapatmış, evlatlarıyla ilgileniyordu. Şehzade Mehmet ve Selim hayli serpilmişti. Mihrimah ise en sevimli yaşlarındaydı. Yeri geliyor annesinin takı kutusundaki mücevherleri takıp takıştırıyor ve taşlığa iniyordu. Onun hu hali en çok Mahperi'nin hoşuna gidiyordu. Minik Mihrimah da bu ilgiyi karşılıksız bırakmıyor, validesinden gizli Mahperi ile vakit geçiriyordu. Sultan Süleyman ise sefer hazırlıklarını neredeyse tamamlamıştı. Öyle ki yarın sabah ordusunun başında olarak payitahtı terk edecekti.
Dairesindeki masasının üzerine açtığı bez haritada işaretlemeler yaparken aklına Mahperi düştü. Ona sefer kararını ilk açıklandığı anı hatırladı hünkar. Sevdiği kadının surat ifadesini ömür boyu unutmayacaktı.
***
"Muhibbi!" Mahperi gizli bahçenin girişinde gördüğü adam ile koşarak kendini kuvvetli kollara bıraktı. İki aşığın dudakları sevgi ile buluştu. Nefes kesen öpücüğü ilk sonlandıran Mahperi olmuştu.
"Peri'm... Mektubunu alır almaz geldim benim ay ışığım."
Mahperi kızaran yanaklarını gizlemeye çalışarak mırıldandı.
"Senden ayrı kalmak ölüm gibi geliyor hünkarım. Hem hediyelerinizle beni mesud ettiniz. Size bizzat teşekkür etmek istedim."
Süleyman genç kızın saçlarına minik bir öpücük kondurdu. Tenine has kokusunu ciğerlerine çekti. Divanda aldığı sefer kararının ardından eline ulaşan mektup ile soluğu sevdiği hatunun yanında almıştı.
"Beğenmene sevindim lakin duydum ki altınlarını cariyelere vermişsin. Onlar sana ait."
Mahperi omzunu silkti ardından sevdiği adamın koluna girerek onu minik havuzun başına sürükledi. İkisi de anlaşmış gibi ayaklarını çıkarıp suya daldırdılar. Serin su ikisine de iyi gelmişti. Mahperi sevinçle başını sevdiği adamın omzuna yasladı. Huzuru solurken gözlerini kapattı.
"Benim sizin sevginizden başka bir lütfa ihtiyacım yok hünkarım. Siz yanımda olun bana yeter."
Süleyman tebessüm ederek bakışlarını titreşen suya daldırdı.
"Bugün divan toplantısı vardı. Sefer kararı aldım Güvercin... Bir süre ayrı kalacağız."
Mahperi korkuyla başını kaldırdı. Sefer demek savaş demekti, kan demekti, ölüm demekti. Korkuyla Süleyman'ın yanaklarını kavradı. Alnını alnına yaslayıp dudaklarına fısıldadı.
"Sizden ayrılmak istemiyorum hünkarım. Sefer demek ölüm demek. Lütfwn gitmeyiniz."
Süleyman karşısındaki hatunun dolan gözlerini izledi bir süre. Yanağına dökülen yaşları usulca sildi. Dudağına minik bir öpücük kondurdu.
"Sana söz veriyorum geri döneceğim peri... Bedenimi senin cennet kokulu koynunda dinlendireceğim."
Mahperi başını olumsuz anlamda salladı. Ardından ıslanan etek uçlarına aldırmadan havuzun içinde ayaklandı. Elini beline koyup kararlılıkla hünkarın gözlerine baktı.
"Ben de geleceğim hünkarım. Sizi koruyacağım. Çok iyi kılıç kullanırım. Hem at da binebiliyorum."
Süleyman kahkaha atarak genç kızı kollarının arasına çekti. Tüm itirazlara rağmen genç kızın gül kurusu dudaklarından tutkulu bir öpücük çaldı.
***
"Ağalar! Mahperi Hatun'a haber edin, daireme gelsin."
Sultan Süleyman'ın emri çok geçmeden taşlıkta yankılandı. Mahperi aynı heyecanla cariyelerin arasından ayrılıp altın yola doğru yürümeye başladı. Bu gece son geceleriydi ve mümkün olmasa da hünkarına doymayı planlıyordu. Nitekim o gece sabaha kadar birbirlerine olan aşklarını fısıldadılar. O gece ikisinin de bedenine bir tohum düştü. Hünkar kalbine düşen aşk tohumuyla bir kez daha bağlandı sevdiği kadına. Mahperi ise bu aşk tohumunu karnında büyütmek için yer açtı bedeninde. İki aşığın aşkının en büyğk kanıtı olacaktı bu bebek ve Hürrem Sultan bir kere daha tadacaktı yenilgiyi.
***
Gülnihal şehzade Selim'i yatağına yatırdıktan sonra can dostunun yanına oturdu. Hürrem gözyaşları içinde dairesinin camından payitahtı izliyordu. Bu gece hünkarının son gecesiydi. Güzelce hazırlanıp bu geceyi beklemişti lakin yine beklentisi boşa çıkmıştı. Ne yaptıysa olmamış, Anna denen o yılanın başını ezememişti.
"Hürrem yapma artık böyle. Hem bak üç evladın var senin. O hatun ise gebe bile değil. Onunla uğraşacağına evlatlarınla ilgilen."
Hürrem Sultan kabaca burnunu çekip arkadaşına döndü.
"Anlamıyorsun değil mi Gülnihal. Ben Hürrem Sultan'ım. Hünkarımın aşkı ile doğdum, onunla birlikte ölürüm. Aşkımla arama kimse giremez. Gerekirse elimi kana bularım lakin hünkarımdan vazgeçmem."
Gülnihal olumsuz anlamda başını salladı.
"Yapma böyle, Mahidevran Sultan'ı hatırla. O da sen ilk geldiğinde böyle yaptı ve eline ne geçti? Hünkar bir kalemde sildi hatunu. Sen de onun gibi mi olmak istiyorsun?"
Hürrem öfkeyle ayağa kalktı. Çakmak çakmak olan gözlerinde yanan intikam ateşi Gülnihal'i korkutmaya yetmişti.
"Ben Mahidevran değilim, asla onun gibi olmam. Hünkarımız yarın sefere çıkıyor ve emin ol döndüğünde Anna denen şırfıntı burada olmayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahperi
Fiksi SejarahYa biri Hürrem Sultan'ı alt etmeyi başarırsa? "Bakıyorum çabuk pes ettiniz sultanım. Hani siz baş hasekiydiniz? Baş Haseki Mahidevran Sultan." Alayla gülümsedikten sonra elini karnının üzerinde gezdirdi. "O karnındakine güvenme Hürrem. Gün gelir o...