Güller,Bel Air beni oraya götür.
Seninle buluşmak için bekliyordum.
Palmiye ağaçları ışıklarda.
Gece geç saatlerde görebiliyorum...
Sevgilim,seni karşılamak için bekliyorum.
"Yavaş.."diye gülümsedi ve hafifçe kaşları çatıldı oğlanın. Karamel rengi saçları omuzlarına doğru inerken arada vuran gün ışığıyla birlikte gün sarısından sarılar çalan perçemleriyle tebessüm ediyor fakat bunu yaparken matah bir iş yapıyormuş gibi kaşlarını çatmaktan da geri durmuyordu.Üzerindeki ince keten gömlek,güneşle öpülmekten bronzlaşmış teninde dalgalanırken kocaman bir gülücük daha kondurup ellerini iri ellerin sarmasına izin verdi.
Kırgınlıklarından kendini kırılgan görüyordu,şimdi ise o kadar kırılmıştı ki kendini kırılmaz görüyordu.Artık kırılacak kimse ya da hiç bir şey dahi kalmamıştı. Ne kendisine inanmayan kan bağıyla lanetlenilmiş bir aile,ne de yarı yolda bırakan arkadaşlar. Şimdi yanında sadece yangın mavisi gözleriyle onu izleyen kumral bir adamın varlığı vardı.
Bazen kadere küfür etmek içinden geçiyordu. Çok ufak yaşta yapayalnız kalmak,bilmediği bir şehirde evsiz ve kimsesizken kendisini iyi gibi gösteren ilk adamı sorgusuzca takip etmek ve onunla yaşamayı kabul etmek şimdi kulağa ürkütücü geliyordu.Güvenilmemesi gereken tek bir adam vardı ve Burçak elleriyle koymuş gibi bu hastalıklı romantiği kendine bulmuştu. Ölüm ve matem evi olacak konak ile lanetlenmiş gibiydi. Öncü'nün çek defteri fırlattığı an gibi belki de sadece bir oyuncak ya da kenar süsü olmak üzere adımlamıştı.
Bunların içerisinde betonu yarıp kendine çiçekler açtırmayı bilen bir tohum gibi hissediyordu. İhtiyacı olan mavileri ,ölmekte olan bir konağın içerisinde bulmuştu.Belki de tüm bu beton altında nefessiz kalışların sebebi bugün Öncü'yü de kendi kötü talihini kırarak oradan çekip çıkarmak ile doğrudan ilişkiliydi.Burçak tehlikeli masalara oturmuş,aptalı oynamaya devam etmiş ve kaybedecek hiç bir şeyi olmamasına rağmen kazanacağı tek savaşa oynamıştı ; Öncü ve kendisi için kırılmaz bir döngüyü kırmak.
Ve şimdi ne yasaklar vardı ne de zincirler.
Burçak son zamanlarda sürekli yaptıkları gibi yer altından çok uzaklarda,yerin üzerinde çiçeklendirdiği yeni hayatlarında Öncü Karaca'nın yangın mavilerini ayrı kaldıkları her anı telafi ederek gideriyordu.
Bodrum papatyalarının morlu-eflatunlu,beyazlı,sarılı,çingene pembeli çeşitli renkleri arasında keten gömleği havalanarak yürüyordu. Öncü'nün nefesini tutarak uzunca izlediği gibi ince ayak bileklerine taktığı halhal ile ve parmak uçlarında zarifçe yürürken. Yanık tenli omzundan attığı gülüşlerle ve kendisiyle birlikte güllerin arasında yankılanan çiçek kokularıyla uzun akşam yürüyüşlerinden biriydi,rutindi.
Öncü onu göğsüne bastırıp sıkıca sarmaladığında tüm o beton dökülmüş ve çaresiz,nefessiz kalmışlık hissinin kuş olup uçup gittiğini hissedebiliyordu.Birbirlerinde sonsuz yalnızlığı giderecek her şeyi bulmuşlarken üstelik.Öncü artık "yasak" varsayıp gözlerini çekmiyordu,Burçak ise "sinmiyordu" korkuların arkasına.
"Yeraltının kralı için fazla hanımköylüsün."diye mırıldandı ve parmak uçlarında zıplarcasına seke seke adımladı Burçak sulu öpücüklerle Öncü'nün boynuna dolanırken.
"Yeraltının kralı olarak beni başa getiren biri için fazla masum görünümlüsün."diye kaş çattı Öncü kucağına çektiği oğlanı dizine oturturken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasaklarda
Romance"Ben seni uzaklarda, ben seni tuzaklarda Ben seni yasaklarda sevdim, ben seni yasaklarda..." Tutulduğum aşkın adı yasak aşk. "Yasaksın..."diye yineledi. "Sen bana yasak elmasın."