O t u z Ü ç: "Yalan söyleyenlerin burnu uzamalı bence. Sonra insanlar,...."

152 16 2
                                    

Son bir aydır yaşadığım klasik günlerden birini yaşamaktaydım. Alarmın çalmasıyla uyanmış, gözlerim kapalı bir şekilde banyonun yolunu tutmuş, babamın dışarıdan aldığı kurabiyelerle kahvaltımı yapmıştım.

Ve şimdi de dershanedeydim.

Sıramda oturmuş, hocayı dinliyor gibi görünsem de gerçek biraz daha başkaydı. Dün akşam annemlerde yaşadığım sahnelerin bir tekrarı gözümün önünden geçiyordu. Adam'a olan nefretim onunla geçirdiğim birkaç saatte kat be kat artmıştı. Annemin onunla olmasını hala kabullenemiyordum. İçimdeki öfke beni bile şaşırtıyordu. Korel ise... O gerçekten ayrı mevzuydu. Dün tamamen saf, hiçbir şey yapmamış biri gibi davranıyordu. Belki söylediklerine şahit olmasaydım davranışlarına, ağzından çıkanlara inanabilirdim. Zilin çalışıyla hoca konuşmayı kesti. Herkesin toparlanmaya başlamasıyla bende eşyalarımı topladım. Dershane binasından dışarı adımımı attığında bir konuşma çalındı kulağıma.

"Aşırı iyi değil mi?"

Yerdeki gözlerim konuşan kıza kaydı. Üç kişilik bir kız grubu, ergenliğin verdiği heyecanla hazlarını dile getiriyor, beğeni dolu bakışlarını görüş açıma girmeyen birine kilitliyorlardı. Adamı merak etme hatasına düştüm. Gözlerim onu buldu. O ise zaten bana bakıyordu. Kaşlarım yukarı kalkarken gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Buraya gelmesiyle kız grubundan heyecan dolu sesler yükseldi ve ben onun gerçek olduğundan pekala emin oldum.

Yüzüne sessizce bakmam üzerine ilk adımı atan o oldu. "Hoş geldin demek yok mu?"

"Hiç de hoş gelmedin." Kafamı hafifçe iki yana sallarken, "Hayırdır?" dedim.

Omuz silkti. "Hiç." Gözleri dershanemde ve etrafta dolandı. "Seni merak ettim."

Ağzımdan alaycı bir homurtu döküldü. "Oyunculuğun Oscar'ı hak ediyor. Sen bunu bir düşün bence."

Cevap vermesini beklemedim. O da benim onu davet etmemi. Yanımda yerini almıştı çoktan. Bakışları ise bendeydi. "Ne oyunculuğu ya? Neyden bahsediyorsun?"

Saf numarası yapması o kadar sinir bozucuydu ki. Yüzüne vurmak için adeta can atıyordum. Ama az ötede bana gülümseyen Barış'ı görmemle şaşkınlıktan söyleyeceklerimi yuttum. Yerini başka soru aldı. "Beraber mi geldiniz?"

"Hıhı." Dedi, memnuniyetsiz bir tavırla. Barış'ı gördüğündeki tavrını fark etmiştim. O da benim onu fark ettiğimi. Sır verecekmiş gibi bir edayla ona dönük olan yüzüme kafasını yaklaştırdı ve fısıldadı. "Kıl oluyorum ona."

Gülümsedim. "Ben de sana."

"Ayıp oluyor ama." Önden ilerlememle arkamdan bir kez daha bağırdı. "Gerçekten ayıp oluyor ama."

"Çok da umrumda." Dedim, kendi kendime.

Barış'ın bana doğru uzattığı yumruğa çaktım. "Sana da merhaba. Keşke haber verseydiniz."

"Aslında haber verecektim de..." Arkama baktı. Bakmama gerek yoktu, kime baktığını anlamıştım. "O engel oldu." Merakla sordu. "Sahi neredeydin sen? Ve Korel sen onun nerede olduğunu nereden biliyordun?"

Bedenimi yana çevirirken merak dolu bakışlarım Korel'e çevrilmişti. "Ben de merak ettim şimdi. Sahiden dershanemi nasıl biliyorsun?" Eli boynuna gitti. Gözleri bir sağa bir sola gitti. Gülmemek için kendimi zor tuttum. İğneli bir ses tonuyla, "Hayret!" dedim. "Demek ki Korel Saygıner'in de yalan bulamadığı zamanlar olabiliyormuş."

"Yalan." Diye tekrarladı. Bir şey arıyormuş gibi yüzümü inceledi. "Bu kaçıncı ima! Ne ima ediyorsun?"

Omuzlarımı silkerken dudaklarımı büzdüm. "Bilmem."

Şşşt, Anda kal prensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin