Karanlık... Aylar sonra ilk kez seçebildiğim bu gerçeklikte çepeçevre sarmalamıştı beni. Derinden gelen uğultuların bir anlamı olmazken karanlığa tutsak edildi benliğim. Hisler kayboldu, ne soğuk ne de sıcaktı bulunduğum yer. Hiçlikti sanki. Bense o hiçliğe mahkum biçare...
Uzandığım yerden kalkıp etrafımda gezdirdim bakışlarımı. Tek bir cisim dahi ilişmedi gözüme. Üzerimde ne ara giydiğimi bilmediğim beyaz bir elbise vardı. Ayak parmaklarım elbisenin etekleri altından görünüyordu. İspanyol kesim olan kolları ellerimin ucuna kadar uzanıyordu. Tenimi, yaz günü esen bir meltem misali yalayıp geçen kumaşa dokundum usulca. İpek miydi? Yoksa saten mi? Emin değildim, sadece çok hoş bir dokusu olduğunu anlayabiliyordum.
"Pera."
Başımı hızla kaldırıp etrafıma baktım. Küçük bir çocuk sesi geliyordu uzaklardan. Karanlığa tezat olan ses kalbimi hızlandırdı. Heyecan, damarlarımda akan kanın akışını hızlandırdı.
"Merhaba!" diye bağırdım. "Neredesin? Seni göremiyorum."
"Çünkü ben öyle istiyorum," dedi sesin sahibi. İncecik ses uzaklardan geliyordu ama bir o kadar da yakındaydı.
"Neden peki?" diye sordum. Bu kez bağırmamıştım. Beni her türlü duyacağına dair bir his vardı içimde.
Kıkırdadı. Gülüşüne karşı gülümsedim ben de istemsiz olarak.
"Nedenini öğreneceksin ama zamanı var. Öncesinde bebeğinin yanında olmalısın. Ona her ne olursa olsun destek ol Pera. Sana ihtiyacı var."
Anlamayarak kaşlarımı çattım. Az önce sevinçten hızlanan kalbim bu kez korkuyla tekledi.
"Ne demek istiyorsun? Ona ne oldu?" dedim. Sesimin ağlamaklı çıkmasını engelleyememiştim.
"Pera, o iyi. Korkma. Sadece bu uzun sürmeyecek. Buraya geri döneceksin ama o zamana kadar bebeğinle kalmalısın. Zamanı geldiğinde anlayacaksın Pera. Şimdi git. Uyan ve ona sarıl. Korkma ondan, kaçma. Sadece sarıl ve hisset. Ona, yanında olduğunu hissettir. Şimdi git."
Derin bir nefes eşliğinde açtım gözlerimi. Karşılaştığım bir çift yeşil göz korkuyla bakıyordu bana. Omuzlarımdaki baskı, ciğerlerimdeki yanma, bedenimdeki sızı... Hepsini hissedebiliyordum artık. Olanlar bir bir aklım düşerken zorlukla doğruldum yerimde. Üzerimde bir şeyin olmamasını önemsemedim o an.
"Bebeğim," diye mırıldandım. Aldığım nefesler bana yetmiyordu ve ben konuşmakta dahi zorluk çekiyordum. Gördüğüm vizyondaki sesin söyledikleri aklımda dönüp duruyordu ve ben sakinleşemiyordum.
Annem hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ve özenle yaptığı makyajı fazlasıyla dağılmıştı. Oturduğu yerden, kapının önünden kalkıp yanıma geldi ve kollarını sardı etrafıma.
"İyisin," dedi. Şükredermiş gibiydi.
"İyiyim," dedim ben de. Ne olduğunu anlayamıyordum. "Bebeğim nerede?"
Kimse cevap vermedi. Ne olmuştu? Bebeğim neredeydi? Ona zarar mı gelmişti? Cevapları olmayan sorular üşüştü zihnime ve ben onlara cevap alamadığım her saniye daha da endişelendim.
Annemden ayrıldım. O ağlamaya devam ederken kalktım ayağa. Odadaki herkese baktım. Dila, Simge, Sıla, üçü de bir köşeye sinmiş, gözlerini yere dikmişlerdi. Derya Anne de annemle aynı durumdaydı. Gözlerinden akan yaşlar hala dinmemişken kıpırdayan dudaklarından dua ettiğini anlayabiliyordum. Ve Dağhan, yeşil gözlerini hüzün ele geçirmişti. Bana bakmıyordu. Gözleri ben hariç her yerde dolaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY ||Tamamlandı||
FantasyZengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde bulur. Gündüzlerin rutininden öyle bıkıp usanmıştır ki geceleri dışarı çıkıp ormana gider ve macera...