Taşların gelişiyle tüm neşe kaybolmuş, serin sonbahar rügarıyla titremişti adeta ağaçlar. İnsanlar buz kesmişti söylenenlerle. Belçim'in intikam alma şekli ya da tehdit unsuruydu; üzerine ölü bir kurt işlenen taş. Acımasızdı Belçim. Ne yaşamıştı geçmişte bilmiyordum ama bir insanın kalbinin bu kadar taşlaşacağına inanmak istemiyordum.
Söylenenlerden sonra herkes sessizliğe bürünmüştü. Sessizlik, ormanı hakimiyeti altına almış, gecenin yaratıkları yeniden ele geçirmişti ormanın sessizliğini. Sindiği yerden çıkmış ve koca bir çığlık atmıştı bir baykuş. Başımızın üzerinde uçmuştu uğursuzca ve sanki hiçbir şey olmamış gibi bizden uzaklaşmıştı. Onun için hiçbir şey olmamıştı, doğru ama bizim için büyük bir şey olmuştu.
Geceyi gündüz eden kurtlara karşın ben gecenin kalanını uyuyarak geçirmiştim. Bencillik miydi yaptığım? O kadar insan tedirginlikle nöbet tutarken, sevdiklerim gözlerini dört açmış gelecek olan tehlikeye hazırlanırken benim uyumam adil miydi? Hayır, benim yaptığım bencillik değildi. Olamazdı da çünkü uyumasaydım bile onlara bir faydam dokumayacaktı. Ve yine hayır. Tüm bunlar adil falan değildi. Vasıfsız elemandım artık ben. Bir süre de bu şekilde devam edecekti çünkü çok yanlış bir zamanda hamile kalmıştım. Böyle bir durum içerisindeyken bunun olmaması gerekiyordu ama olmuştu ve benim elim kolum bir anda bağlanmıştı. Tek yapabildiğim oturup izlemek ve bir şeylerin gerçekleşmesini ummaktı.
Uyandığımda saatin ikiye geliyor oluşunu yadırgamadım. Aksine, sanki Dağhan'ı tanımadan önceki zamanlara dönmüşüm gibi hissettim ve bu histen kurtulmak için yataktan kalktım. Üzerime giydiğim tayt ve tişört ikilisinin altına siyah spor ayakkabılarımı geçirdim. Buraya geldiğim ilk zamanlarda çok işime yarayan çantamı dolabın en ücra köşelerinden bulup çıkardım ve içine bir şal attım. Ardından odadan çıkıp yanımdan geçen insanları umursamayarak mutfağa indim. Çantanın içine bir kaç paket bisküvi ve bir şişe su koyup evin arka kapısına ilerledim. Ön tarafta çalışma yapan kişilerin yüzüne bakabileceğimi düşünmüyordum. Varlığımdan utanmaya başlamıştım artık ve bunun nedenini bile bilmiyordum. Neler oluyordu bana böyle? Saçma sapan duygu değişimleri yaşıyordum ve bundan nefret ediyordum. Tek sebep hamilelik olamazdı, değil mi?
Arka kapıdan çıkıp ormana ilerledim ve hızlı adımlarla evde uzaklaştım. Adımlarımın beni nereye götüreceğini çok iyi biliyordum. Uzun zamandır yanına uğramadığım küçük arkadaşıma. Çağlar'a...
En nihayetinde varış noktama ulaştığımda sağ gözümden bir damla yaş firar etti. Sağ gözden gelen yaş mutluluk, soldan gelen ise hüzün derdi insanlar ama ben buna inanmıyordum. Kendimi bu kadar berbat hissederken nasıl mutlu olabilirdim ki? Hem de ilk gözyaşım sağ gözümden aktı diye... Çok saçmaydı ve insanlar saçmalama konusunda bir numaraydı.
Bir damla daha gözyaşı süzüldü çeneme doğru. Çantamdan çıkarttığım siyah renkli şalı başıma sardım. İnce hırkamı da geçirdim üzerime ve mezarlığın demir kapısını ittim. Gıcırdayarak açılan kapıyla birlikte yüzümü buruşturmuştum. İçeriye doğru bir adım attım. Sağ ayakla girmek gerektiği söylenirdi hep. Ben de o şekilde girmeye dikkat etmiştim içeri.
"Merhaba," dedim. Mezarların arasında ilerlerken yalnız olduğumun farkındaydım ama bu benim ritüelim haline gelmişti. Burada yatan insanlar artık buranın sakinleriydi ve ben onların evine giriyordum.
"Uzun zamandır gelmiyorum. En azından yalnız bir şekilde." Adımlarımı bir bebeğin mezarının yanında durdurdum. Ufacık bir mezardı bu. Taşta yazan doğum ve ölüm tarihi arasında sadece iki yıl vardı ve bu ister istemez burulmama sebep oldu. Minik bebeğin ismi Çağlar'dı. Daha kim olduğunu keşfedemeden ayrılmıştı bu dünyadan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY ||Tamamlandı||
FantasiZengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde bulur. Gündüzlerin rutininden öyle bıkıp usanmıştır ki geceleri dışarı çıkıp ormana gider ve macera...