36. BÖLÜM - BELİRSİZLİĞİN GÖLGESİ

21K 1.6K 261
                                    

İnsanlar ne istediklerini bazen çok geç anlıyordu. Bazense anlamamak için çırpınıyordu. Kendilerine karşı bile ketumdu bazı insanlar duyguları konusunda ve bazıları da onlara karşı açık bir kitap olunmasını bekliyordu. Ben, hep açık bir kitap olduğumu düşünmüştüm, daha doğrusu düşünmek istemiştim. Ama aslında işin gerçeği bu değildi. Zira ben ne açık bir kitaptım ne de düşündüğüm gibi birisi.


Ailemin sevgisi umurumda değilmiş gibi davranırdım çocukken, sonra gerçekten umursamadığımı anlamıştım. Esasında kendimi kandırmıştım. Çünkü şimdi bile babamın gösterdiği sevgiye tapıyordum. Beni kıskanmasından memnundum, dışarıdansa bıkkın. İşte ben de bu duyguya ketumdum.

Babamın, beni bırakmak gibi bir niyetinin olmadığını burada kalıyor oluşundan anlıyordum. Çünkü babaannem ve dedem dün itibariyle çiftliğe geri dönmüştü fakat babam, benimle biraz daha vakit geçirmek istediğini söyleyerek burada kalmıştı. Aslında ben bahanesiydim, yani benimle vakit geçirmek istemesi. Burada oluşunun asıl sebebi beni, Dağhan ile yalnız burakmak istemiyor oluşuydu.

En son yalnız kaldığımızda Dağhan'a, Dila'yla olan anlaşmamdan bahsetmiştim ve sonrasında bir daha başbaşa kalamamıştık. Çünkü babam her daim yanımda oluyordu ve bu duruma içten içe sevinsem de yine de sinir bozucu olduğu gerçeğini reddedemiyordum.

Odamdan çıkıp aşağı kata inmeden önce işitme duyuma odaklandım. Kurt yeteneklerimi kullanma konusunda gittikçe daha fazla geliştiriyordum kendimi. Bu katta kimsenin olmadığını anlamam uzun sürmedi. Adımlarımı hızlandırıp Dağhan'ın odasına ilerledim. Eski Pera'ya yakışacak bir şekilde kapıyı açıp içeri girmem ve kapıyı sessizce kapatmam arasında bir kaç saniyeden fazla zaman geçmemişti.

Burnumu okşayan toprak kokusuyla odaya döndüm. Buram buram Dağhan kokuyordu bu oda ve ben burada yalnızdım.

Hemen hemen benim kaldığım oda büyüklüğündeydi bu oda da. Çift kişilik bir yatak konulmuştu ortaya ve bir tarafına gri renkli bir komodin bırakılmıştı. Yatağın diğer tarafında bir pencere vardı, pencerenin altı boydan boya kitaplıktı. Kapının yanındaki büyük, gri gardırop ilk ilgimi çeken şeydi. Tüm bu eşyalar dışında oda oldukça sadeydi ama bir o kadar da şıktı.

Sinsi bir gülümseme eşliğinde gri renkli gardıroba ilerledim. Gıcırdamayacağını umarak açtığım kapaklar bana korktuğumu vermezken gülümsemem daha da yayıldı yüzüme. Parmaklarım askıdaki tişörtlerde dolaşırken koku alma duyum hat safhada çalışıyordu. Bu kokuyu seviyordum. Hem de çok...

Dağhan'ın siyah rengi sevdiğini biliyordum ama dolabında hakim renk griydi. Odasının da büyük çoğunluğu griyken sevdiğim adamın, sevdiği rengi aslında yanlış bildiğimi anlamam, suratımı kapıya çarpmışım gibi bir his uyandırdı içimde. Tüm bu gri sevdasına inat kırmızı bir tişörte kaydı bakışlarım. Somurtarak elime aldığım tişörtü askısından çıkarttım. Askıyı yeniden yerine asarken tişörtü çift kişilik yatağın üzerine bıraktım. Bir anlık hevesle üzerimdeki pembe tişörtten kurtulup Dağhan'ın kırmızı tişörtünü üzerime geçirdim. Tişörtün eteklerini lacivert, dar pantolonumun içine sokup, yine Dağhan'ın dolabından aldığım siyah kemeri taktım. Gardıroba dönüp kapağındaki aynadan kendimi inceledim ve şu sonuca vardım; Dağhan'ın dolabına daha sık dadanmalıydım.

Bir süre daha odada takılıp, dolaptan bir kaç tişört daha alarak odayı terk ettim. Aşağı inmeden önce elimdekileri kendi odama bırakmayı ihmal etmedim elbette.

Aşağı indiğimde bakışları bana dönen ilk kişi elbette ki Dağhan olmuştu. Yeşil gözlerine bir kez daha biterken onun gözleri, üzerimdeki tişörtte dolaştı bir süre. Hoşnutsuzlukla kaşlarını çattı. Eşyalarına dokunulmasından pek hoşlanmadığını biliyordum ama ben de birilerinin eşyalarını kurcalamayı seviyordum. Hele ki bu kişi Dağhan'sa eşyalarını sahiplenebileceğimden emindim. Kimsenin bana bakmadığından emin olduktan sonra dil çıkardım ona ve gülerek mutfağa girdim.

DOLUNAY ||Tamamlandı||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin