Son durak -3-

2.4K 157 15
                                    

"Çok düşünmek,
Bir çeşit intihardır..."

🍂

-"Pardon." Dedi düşüncelerimle arama giren kalın bir erkek sesi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleriyle yere bıraktığım çantamı işaret etti. Çantamı tutup kendime doğru çektim. Yanımdaki boş koltuğa oturduğunda dönüp tekrar baktım yüzüne.

Sonra önüme döndüm kısa bir süre zihnim tamamen boşalmış, düşünmeyi unutmuştum. Dönüp tekrar baktım yüzüne. Bu kez o da bana bakınca utanarak önüme döndüm. Renki gözlü değildi, olağan üstü güzellikte saçları yoktu ama oldukça yakışıklı görünüyordu.

Telefonum titremeye başladı. Önce birkaç kez Buse aradı daha sonra Belinay. Birkaç saniye sonra Dila aramaya başladı. Telefonumun tekrar tekrar titremesi beni de yanımdakini de rahatsız etmişti. Sürekli telefonuma bakmasından anlamıştım. Telefonumu komple kapatıp kulaklığımı çıkartım ve çantama attım. Kafamı tekrar demire yasladım ve istemsizce ağlamaya devam ettim.

(Bu kısmı okurken James Arthur- İmpossible şarkısını dinler misiniz? Biraz sözlerini yazmak istiyorum)

Şimdi her şey bitti.
Geriye söylenecek bir şey kalmadı.
Eğer beni küçük görme faslın bittiyse,
şimdi gidip onlara söyleyebilirsin.
Tüm bildiklerimi söyle.
Çatılara çıkıp bağır,
gökyüzüne yaz.
Her şeyimiz gitti.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum güneş batıyordu. Tam karşımda duran camdan güneşin batışı çok güzel görünüyordu. Şimdi daha sakindim. Kafam tamamen boşalmış artık biraz da olsa düşünme eylemini tekrar gerçekleştirmiştim. Telefonumu çantamdan çıkarıp gün batımını çekmek istedim fakat telefonumun kapalı olduğunu unutmuştum. İçli içli nefes alıp verdim.

Yanımdaki çocuk telefonunu bana uzattığında önce uzatılan telefona sonra uzatan kişiye baktım. Afallamış neden verdiğini anlayamamıştım.

-"Çek hadi, kaçırma." Dediğinde aydınlanıp kameraya tıkladım ve birkaç fotoğraf çektim.

Gün batımını, gün doğumunu, kedileri, yeni çiçek açmış ağaçları, dışarıdaki bütün güzellikleri çekmeyi o kadar çok seviyordum ki.

Fotoğrafı çektikten sonra teşekkür edip telefonu ona uzattım.

Yol boyunca sustum, düşünmedim, bıraktım düşünmeyi. İntiharın eşiğindeyken bütün hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden geçerken nasıl unutulur düşünmek?

Tren gelmem gereken yerde durduğunda ayağı kalktım ve hiçbir şey düşünmeden son yolculuğumdan indim. Hayatımın son durağından indim ve yürümeye başladım. Ayaklarım geri geri giderken ben ileri gitmekte ısrarcıydım.

Yürüdüm, daha çok yürüdüm.

Her şeyi bulanık gördüğüm bu yerde gideceğim yol o kadar uzak geliyordu ki, yıllarca yürüdüğümü hissettiriyordu.

Belli bir müddet boş kafayla yürüdükten sonra Son durakta, uçurumun kenarında durdum. Adım atmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

Kocaman, masmavi bir örtü. Dalga dalga, uğultulu. Gökyüzüyle birleşmiş, ahenk içindeydiler. Mavi deniz, turuncumsu gökyüzüne karışmıştı. Gökyüzü hiç bu kadar güzel görünmemişti gözüme. Küçük Prens'in dediği gibi 'Belki de gökyüzü insanlardan uzak olduğu için bu kadar güzeldi.' Belki de, kim bilir?

Uçurumun kenarına oturduğumda şehrin en güzel manzarası ayaklarımın altındaydı. Telefonumu açtım ve birkaç kare fotoğraf çektim.

Kendimi oyalıyordum sanki. Ölmemek için direniyordum. İndiğim bu durağın son durak olmaması için çabalıyordum. Bir insan hem ölmekten bu kadar korkarken aynı zamanda nasıl ölmek isterdi ki?

Öyle bir acıydı vücudumu saran, ölmekten korkup ölmek istemekti tarif etmeye çalıştığım şey.

Telefonum çaldığında ilk çalışta açtım.

Bilinmeyen numara arıyor...

-"Alo?" Dedim bu bi kurtuluş çağrısıymış gibi heyecanla, umut dolu bir sesle. Boğazım düğüm düğüm olduğundan olsa gerek, boğuk çıkmıştı sesim.

-"Trende çantanı unutmuşsun." Dedi, trende duyduğum kalın erkek sesi.

-"Bir önemi yok, artık ihtiyacım olmayacak." Dedim duraksadım. "Çöpe atabilirsin."

Bir şey söylemesini bekledim. Ağlayarak bi kurtuluş cümlesi söylesin istedim. Bekledim, bekledim.

-"Kore dizileri izler misin?" Diye sorduğunda afalladım.

Yüzüm 'Ne diyor bu?' Dercesine bir ifadeye büründü.

-"Kız kardeşim de çok sever, istersen tanıştırabilirim?" Dedi. Hiçbir cevap vermedim ve telefonu suratına kapattım.

Amacını sorguladım kısa bir süre, benimle tanışmak için saçmaladığını varsayarken tekrar aradı.

Israrla aramaya devam edince bıkkın bir ifadeyle nefes alıp telefonu açtım.

-"Ne istiyorsun?" Dedim yüksek çıkan bir tonda.

-"Çantanı geri vermek istiyorum." Dedi, benim aksime daha sakindi.

-"Ben almak istemiyorum, çöpe atar mısın?" Kızmıştım.

-"Ben vermek istiyorum, bende kalsın istemiyorum."

-"Ya sen bela mısın kardeşim, at çöpe diyorum sana."

-"Nerede olduğunu söyle gelip vereceğim." Emir veriyordu, yada ben öyle anlamıştım.

-"İstemiyorum dedim." Telefonu tekrar suratına kapattım ve telefonumu kökten kapattım.

Yavaş hareketlerle ayağı kalktım ve arkamı temizledim, çok bi önemi varmış gibi.

Atacağım o adım dünya için küçük, ailem için büyük bir olaya sebep olacaktı.

Dizlerim titriyor, ayaklarım geri geri gidiyordu. Gözlerim dolduğunda artık bulanık görüyordum. Gözlerimi kapattım ve yaşların akmasına izin verdim. Sıkı sıkı kapattım gözlerimi ve küçük bi adım attım.

Saçlarım savruldu.

Gözyaşlarım yüzümü terk etti.

Hafiflemiştim.

Kendimle verdiğim ilk ve son savaştı,
Sanırım kaybetmiştim...

🍂

Çok kısa bir bölüm oldu ancak diğer bölümde trendeki çocuğun ağzından dinleyeceğiz hikayeyi. Bu kez daha uzun bir bölüm olacak.

Hala oy vermediyseniz bu bir hatırlatma olsun, oy vermeyi unutmayın❤

.
.
.

RönesansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin