akşamdan kalmalığın getirdiği ızdırap dolu baş ağrısıyla gözlerimi araladığımda beni uyandıran tek şeyin baş ağrısı olmadığını veya duyduğum uğultunun başımın ağrısının kulağıma vurmuş olmasından kaynaklanmadığını yeni yeni fark ediyordum. bir yerlerde chan hyung'un ve hyunjin'in bağırışlarını duyuyordum. sarı kahküllerimi gözlerimin önünden çekip ellerimi sızlayan şakaklarıma bastırarak doğrulmaya çalıştım. eğer benim gibi ağzınızla değil de başka yerlerinizle içiyorsanız içmek hiçbir zaman iyi bir opsiyon değildi.ayağa kalkıp yalpalayarak yürümeye başladım. midem bulanıyordu, kusma isteğimi nasıl bastırabilirdim bilmiyorum. eskiden olsa minho hyung bana nasıl yaptığını bilmediğim o bitki çaylarından birini hazırlardı ve bir şeyim kalmazdı. ama eskiden olsaydı. şu an kendi hayatıyla özellikle de yuqi'yle daha meşguldü.
mutfağın kapısında karşılaştığım felixle duraksadım. kızarmış olan gözlerini birkaç kez kırpıştırıp arkasına kısa bir bakış attı ve kolumu tutup beni mutfaktan uzaklaştırmaya başladı.
"noldu?" sesimin boğuk çıkmasına engel olamadım, yeni uyandığım için böyleydi. "neden kavga ediyorlar?"
"boşver ji, gel eve gidelim biz"
"ne olduğunu söyler misin lix?" dedim beni çekiştiren felix'e ayak direterek. söylemezse bizzat gidip kendim öğrenecektim ne olduğunu. o da bunu bildiğinden omuzlarını düşürdü, omuzlarımın üstünden mutfağa girip çıkan var mı diye baktı. hâlâ mutfaktan sesler geliyordu ama anlamlandıramıyordum başımın ağrısından.
"yuqi ortalığı karıştırdı yine"
"nasıl yani?" beyaz duvara yaslanıp kollarımı kavuşturdum. felix oflayıp yanaklarını şişirdi.
"söyleyeceğim ama çok sinirlenme tamam mı? biz yeterince sinirlendik ve ortalık fazlasıyla karıştı zaten"
"anlat hadi" sabırsız bir şekilde ayağımı yere ritm vurmaya başladım.
"sen dün minhyuk hyung'un yanından geldin ya hani"
"oooo, oooo." ellerimi önümde salladım, bu konuşmanın iyi bir yere gitmeyeceğine o kadar emindim ki.
"feromonları üstüne sinmişti hani, biz de fark etmiştik. yuqi de fark etmiş. sabah kahvaltı yapacaktık chan hyung sen ortada olmayınca 'neden uyanmadı hâlâ uyandırsanıza jisung'u' dedi bize. yuqi de atladı oradan 'yorulmuştur o dün ellemeyin' bilmem ne. chan hyung'dan önce hyunjin kudurdu 'sen ne diyorsun?' diye. biz de tepki gösterince kavga çıktı."
"dalga mı geçiyorsun,derdi ne bu kızın?" arkamı dönüp sinirli bir şekilde mutfağa yürüdüğümde felix arkamdan koşup kolumu tuttu. "sakin ol tamam mı, haklıyken haksız duruma düşme"
ateş soluyarak mutfağa girip minho hyungla kavga eden hyunjin'i geçtim ve köşede oturan yuqi'ye ilerledim.
aslında bu zamana kadar yuqi'ye herhangi bir şekilde nefret beslememiştim. kıskanmış olabilirdim ama nefret etmeme sebep olacak bir hareketini görmemiştim. ama ilk defa gözlerinde sinsi bir parıltı gördüm ve metanet iplerim koptu. o küçük beyninden ne geçtiğine dair en ufak bir fikrim yoktu ama bu evde en bulaşılmayacak insan bendim belki de. sevdiğim adamı elimden almasına bile müsaade edebilirdim, etmiştim de ama arkadaşlarımı özellikle de chan hyung'u elimden almasına izin vermezdim. oysa bunun için uğraşıyor gibiydi.
"derdin ne senin?" sesimi yükseltmedim ama diğerlerinin de duyabileceği bir volümde çıktı sesim. o zamana kadar mutfağın içindeki varlığımı fark etmeyen arkadaşlarım bana döndüler.
"ne gibi bir derdim olabilir jisung?" kollarını göğsünde kavuşturup güldü yuqi. kaşlarımı çattım.
"ne saçmalıyorsun diyorum? benim kimle yatıp yatmadığım niye sana bu kadar batmaya başladı yuqi? kafanı çekmekten kim olduğunu hatırlayamıyorsun ama üstümdeki feromonları koklayıp ayırt edecek hatta kim olduğunu bulacak kadar art niyetli düşünüyorsun. ha biriyle yatmış olsaydım bir güne geçecek bir şey olmazdı ki bu seni de zerre ilgilendirmezdi tamam mı?" her ne kadar bağırmak istemesem de bağırmıştım. yuqi ise yine timsah gözyaşlarını kullandı silah olarak. minho hyung'un sinirli bakışlarını yok sayarak balkon kısmında sinirli bir şekilde telefonla konuşan chan hyung'a yönlendirdim adımlarımı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
those eyes, minsung (✓)
Fanfiction[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o gözlerinin içine bakmaya devam etti.