ağzıma attığım küçük tartı çiğnerken düşünceli bir şekilde önümdeki masada daha tek bir yudum bile almadığım içkinin kehribar rengi sıvısını inceliyordum. hiç içesim yoktu bugün. zaten pek iyi bir içici olduğum da söylememezdi, içince dağıttığım göz önünde bulundurulursa.changbin hyung ve felix'in bekarlığa veda partisindeydik. sahneden yansıyarak gözüme vuran spot ışıkları beni bir hayli rahatsız etse de yerimi değiştirmek için fazla üşengeç olduğum bir andaydım. minho hyung tuvalete gideceğini söyleyip yanımdan ayrılmıştı, diğerleri zaten dans pistindeydi geldiklerinden beri oturdukları yoktu. ben de biraz dans etmiştim ama yorulmuştum.
yanımdaki hareketlilikle bakışlarımı küt içki bardağından kaldırıp yanıma oturan chan hyung'a çevirdim. terlemiş ve beyaz gömleğinin birkaç düğmesini çözmüştü. yine terden ıslanan saçlarını geriye doğru atıp sol kolunu omzuma bıraktı.
"naber jis?" beni hafifçe sarstığında güldüm. "iyiyim hyung senden naber?"
"onu sormuyorum" gözlerini devirdi. "çok sessizsin şu sıralar. bir sorun mu var?" bir sorun muydu bilmiyorum ama aklıma takılan bazı şeyler vardı evet. bunlardan ilki minho hyung'un bana ayaküstü ettiği evlenme teklifiydi. ben kal gelmiş gibi saniyeler boyunca boş gözlerle yüzüne baktığımdan şakaya vurmuştu ama şaka olmadığını biliyordum. ben sessiz kaldıkça gözlerinde sönen parıltılardan anlamıştım bunu.
ne diyeceğimi bilememiştim ki. evet sevişiyorduk ama hiçbir zaman aramızdaki şeyin adını koymamıştık. neden birden işi evliliğe sürüklemişti onu da bilmiyordum. belki de ayrı kaldığımız süre yeterince uzun gelmişti kendisine, daha fazla beklemek istemiyordu. eğer daha fazla beklemek istemiyorsa haksız da sayılmazdı.
"jisung?" chan hyung tekrar konuştuğunda gerçekliğe dönerek kısıldığı için hilal şeklini almış kahverengi gözlerine baktım. "efendim?"
"bir sorun mu var diyorum?" cıklayarak kafamı iki yana salladım. "yorgunum sadece biraz, haftanın yorgunluğu yeni vuruyor." pek inanmış gibi görünmese de kafasını aşağı yukarı salladı chan hyung.
"hadi git ve biraz dans et" beni ayağa kaldırıp ellerini sahneye doğru salladı. ben yorgunum diyordum, o git ve dans et diyordu. "tüm gece oturmayacaksın herhalde?"
yanaklarımı şişirerek onu onayladım. ayaklarımı dans pistine sürürken kalabalık dans pistinde arkadaşlarımı arıyordum. doğrusu felix ve changbin hyung'un sürünün içinden bu kadar tanıdığı olduğunu bilmiyordum. hepsi aşina olduğum tiplerdi ama sorsanız adlarını söylemezdim.
nihayet hyunjin'i uzun boyundan çıkarabildiğimde kalabalığı yararak yanına ulaşmaya çalıştım. bu sırada boyu uzun olan alfalardan biri, elindeki şampanyayı aşık olduğum beyaz saten gömleğimin üstüne döktü.
vücudumdaki tüm sinirin beynime vurduğunu hissederken feromonlarımı kontrol edemediğimi biliyordum. neyse ki bu kadar koku arasında benimkisi o kadar da ayırt edici değildi.
"önüne baksana!" ıslak gömleğimi eteklerinden tutarak vücuduma yapışan siyah kumaş pantolonumun içinden kurtardım ve umutsuzca gözlerimi büyük lekenin üstünde gezdirdim.
sanırım çok sevdiğim gömleğimin kuru temizlemeye gitmesi gerekecekti.
"özür dilerim, görmedim seni" ses tanıdık gelince kafamı kaldırıp sesin sahibinin soobin olduğunu gördüm. minhyuk'un kardeşi olan soobin evet. burada ne işi vardı en ufak bir fikrim yoktu.
"beni göremeyecek kadar kör müsün merak ediyorum" homurdandım. yanından geçip gitmeye çalıştığımda nazikçe kolumu kavradı. "temizleseydik, leke kalır öyle"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
those eyes, minsung (✓)
Fanfiction[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o gözlerinin içine bakmaya devam etti.