market reyonlarında düşünceli bir şekilde gezerken ne yapacağımı düşünüyorum. akşama uçağım tokyo'ya gitmek üzere kalkacak. gitmeden önce şirinlik olsun diye çikolatalı browni yapmaya karar verdim bizimkilere. ama düşündüğüm şey browni değil tabii. hayatım hakkında ne yapabilirim diye düşünüyorum.yalan söylemeyeceğim tokyo'da yarattığım kişiliğim hoşuma gidiyor. şehir merkezleri özerk bölgeler olduğundan herhangi bir sürünün denetimi altına girmiyor. orada müzik yapmayı seviyorum. verdiğim küçük konserlerle insanların beğenisini toplamayı da seviyorum. ama bir yandan burada bırakmak istemediğim arkadaşlarım var. canım çok sıkkın. ikilemde kalmaktan nefret ediyorum.
market arabasını sürüklerken yolum evcil hayvan reyonuna düştü. küçük bir kedi tasması gördüm, kedilere tasma takmak ne kadar doğru bilmiyorum ama mor tasmanın soonie'nin boynunda güzel duracağına eminim. rahatsız olursa hemen çıkartırım zaten.
tokyo'ya dönene kadar ben bakmaya karar vermiştim soonie'ye. bugün minho hyung yanıma gelip kendi evine götürmek için alacaktı onu.
aldıklarımı kasadan geçirip eve doğru yürümeye başladım. hava çok sıcaktı, deli gibi terliyordum. üstümdeki beyaz tişört terden sırılsıklam olmuştu.
"merhaba" anahtarımla evin kapısını açtığımda kapının önünde beni bekleyen soonie'yi kucağıma kaldırdım. çok azıcık, minicik kilo almıştı.
"beni mi özledin?" miyavlayan soonie'in kafasını okşadım. "keşke seni de tokyo'ya götürebilsem. ama maalesef ki kediler hwang kuzenlerin korkulu rüyası" soonie'yi öpüp yere bıraktım ve elimdeki poşetlerle mutfağa geçtim. browniye koymak için aldığım beyaz çikolatayı ararken soonie için aldığım tasma geçti elime.
"aaa, bak sana ne aldım" minik adımlarla soonie'nin yanına gidip cırt cırtlı tasmayı boynuna geçirdim. miyavlayıp ne olduğunu anlamaya çalıştı birkaç saniye. ama boynunu sıkmadığı için rahatsız da olmadı sanırım. halinden memnun bir şekilde mamasını yemeye girdi salona.
doğrulup tekrar keki yapmaya döndüm. aslında tarifi ezbere biliyorum ama her ne olduysa beynim yapım aşamasında bana zorluk çıkarıyordu. zaten hava da çok sıcaktı, mutfak fırın gibiydi.
bir anlığına duraksayıp acaba hazır mı alsaydım browniyi diye düşündüm. sonra çoktan bir kısmını karıştırdığım malzemelere baktım. malzemeler araya giderdi şimdi, içim el vermezdi.
ben kek karışımını karıştırırken soonie nasıl olduğunu anlamadığım şekilde tezgaha zıpladı. nasıl olduğunu anlamadığım şekilde diyorum çünkü küçücük boyu var. ama sarman kediler her zaman biraz deli oluyor, deliliklerine vermek lazım.
çiğ sütün kedilerin midesine zararlı olduğunu bildiğimden soonie'yi tezgahtan indirip etrafı temizledim. normalde on beş dakika bile sürmeyen şey bugün ne hikmetse yarım saat sürmüştü.
kapım çarpıldığında bağırdım. "minho hyung sen misin?"
"evet" adım seslerini duydum, kahve kokulu feromonlarını da beraberinde getirdi. derin bir nefes aldım ve bacaklarım titredi.
bu kadar güzel kokmak zorunda mıydı?
"bu tipi ne bunun?" omuzlarımın üstünden soonie'yi kucağına kaldıran minho hyung'a baktım. "süt kazanına falan mı düştü? ıpıslak olmuş"
"hayır, sadece süt şişesini devirdi ve ıslandı. şapşal kedi"
"tasması yakışmış" soonie'yi öpüp yere bıraktı. mutfağa doğru yürüyünce tezgaha tutunma ihtiyacı hissettim. feromonları yoğun bir şekilde burnuma doluyordu ve zaten baskın bir alfa olduğundan tüm vücudumu titretiyordu. sakinleşebilmek adına derin bir nefes daha aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
those eyes, minsung (✓)
Fanfiction[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o gözlerinin içine bakmaya devam etti.