otuz beşinci bölüm, final.

3.9K 333 310
                                    

iyi okumalarr!!

☆☆☆

5 ay sonra

Sonbahar güneşinin yakıp kavurduğu çatı katında, eskilere dair ne var ne yok her şeyi kolilerken yüzümde aptal bir gülümseme vardı.

Tıpkı önümde güneşe bırakıldığı, ya da üstünden seneler geçtiği, için sararmış fotoğraflarımdaki gibi. O zamanlar küçük bir çocukken şimdi yetişkin bir omegaydım. Yine de yılların benden mutluluğu alıp götürmediği aksine ziyadesiyle getirdiği için mutluydum.

Elbette üzüldüğüm zamanlar da olmuştu, ancak şimdi hepsi silik birer hatıraydı. Tıpkı yere dikkatlice çöküp karıştırmaya başladığım fotoğraf karelerindeki anılar gibi. Anımsıyordum yaşadıklarımı, ama hayal meyal.

Kapı açıldığında Minho ahşap parkelerden yükselen tozu elleriyle savurdu. Yüzünü ekşitme şekline güldüm.

Çok seviyordum. Gerçekten, her geçen gün daha çok farkına varıyordum bunun. Toprak yağmuru nasıl seviyorsa ben de Minho'yu öyle seviyordum. Minho'nun aşkı olmadan kuru ve çorak bir araziydim. Ağaçlarımı yeşerten, bana tekrar çiçekler açtıran Minho'ydu. Ve sevgisi.

Hapşıra hapşıra yanıma geldi. Gözlerini kırpıştırışını izledim hayranlıkla. Burnunu kıvırışı, dudaklarını büzüşü. Nihayet rahat bir nefes aldığında mutlu feromonlarını yayarak bana gülümseyişi.

Yatak yorgan kemirtecek hale getiriyordu beni.

"Ne yapıyorsun burada?" Yanıma çöküp kollarıyla sarmaladı beni. Yanağıma bıraktığı küçük öpücüğün hemen ardından devam eden öpücükleriyle kahkaha atıp boynuna sarıldım.

Daha sıkı sardı beni. Yüksek burnunu saçlarıma yaslayıp uzun uzun kokladı. Huzurla kapattım gözlerimi.

Hayır, beni sıcacık eden yuvarlak pencereden üstümüze vuran güneş değil Minho'ydu.

"Ufak tefek şeyleri topluyordum. Çöpe gitsinler istemedim." Birkaç ayda tombullaşan yanaklarıma avuçlarını bastırdı Minho. Ardından gözlerini kısarak bana uzun uzun baktı ve güldü. "İyi yapmışsın bir tanem. Çöpe gitmesinler zaten, niye gidiyorlar? Hepsi hatıra."

Kafamı aşağı yukarı salladım.

Sürekli dillendirdiğimiz ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz şeyi yapıp nihayet taşınıyorduk. İkimizden birinin evine taşınmak yerine yeni bir ev almıştık. Bizim için en iyisi olacaktı.

Özellikle ikizler için.

Evet, neredeyse beş hatta artık altı olmak üzereydi, hamileydim ve ikizlerimiz olacaktı. Karnım şimdi bir basketbol topunun büyüklüğündeydi.

Karnımı okşayıp yere oturdu ve beni de kucağına oturttu Minho. Çenesini omzuma yaslayıp kendisi için en rahat pozisyonu aldığında fotoğraflara uzandı. Sırtımı Minho'nun göğsüne yasladım, en sağlam duvarımdı göğsü.

"Minicikmişsin" elindeki fotoğrafa bakıp kıkırdadı. "Isırayım mı seni şimdi seni bu kadar tatlı olduğun için?" Dişlerini yanağıma sürttüğünde gülüp omuzlarımı kaldırsam da kaçmadım kollarının arasından.

"Jisung, çok tatlısın şuna bak" bir başka fotoğrafa gözlerinden kalpler çıkararak baktı. "Umarım bebeklerin ikisi de sana benzer. Gerçi bu kadar şekere kalbim dayanır mı bilmiyorum, ben artık yaşlı bir adam sayılırım." Elini kalbine götürdü oyuncu bir tavırla. Her söylediği kıkır kıkır gülmeme sebebiyet veriyordu.

"Oha" dedi bir sonraki fotoğrafa geçtiğinde. Neredeyse üç dört yaşlarında parktayken çekindiğim fotoğrafta benden daha büyük bir çocuk vardı yanımda. Dikkatle  baktığımda çocuğun Minho'ya benzediğini fark ettim.

those eyes, minsung (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin