on birinci bölüm

4.1K 641 469
                                    

moralim cok bozuk oldugu icin panoda birkac gun gelmeyecegim dedim ama yazdikca kafam dagildigi icin yazmaya karar verdim, terazi burcuyum çok sorgulamayın

okunmuyo ama atayim olsun

iyi okumalarr!!

☆☆☆

stresten parmaklarımla oynarken chaeryeong'a baktım kararsız gözlerle. beni cesaretlendirmeye çalışarak yumruklarını kaldırdı ve 'fighting!!' dedi dudaklarını oynatarak. derin bir nefes aldım.

ya şimdi ya asla.

kararlı adımlarımı tek başına oturan sarışın kıza doğru atarken bir yandan hayatı sorguluyordum. biz chaeryeongla kendimizi çok zeki zannediyorduk ama bir yerlerde patlayacak ve rezil olacakmışız gibi bir his vardı içimde.

"merhaba" elimi sallayarak masasının önünde durduğumda bakışlarını telefondan kaldırıp gülümsedi. sıcak bir gülümsemesi vardı. arkamda bıraktığım chaeryeong'a bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum. "merhaba" dedi aynı şekilde elini sallayarak.

"şey. arkadaşlarımın dersten çıkmasını bekliyorum da. herkes grup olarak oturuyor, boş masa da bulamadım. seninle oturabilir miyim arkadaşlarım gelene kadar?" bakışlarını etrafta gezdirme ihtiyacı bile duymadan kafasını salladı ve yanındaki sandalyeyi çekti. "elbette"

"teşekkür ederim" çantamı masaya koyup çektiği sandalyeye oturdum.

"han jisung" elimi uzattım. "yeh shuhua. memnun oldum."

"hangi bölümdesin?" ilgilenmiyormuş gibi davranmaya çalışarak çantamdan ajandamı ve bir ders kitabımı çıkardım. hangi bölümde olduğunu zaten biliyordum, mimarlıktaydı.

"mimarlık" dedi beni doğrulayarak. "üçüncü sınıfım"

"ben de" dedim kafamı sallayarak. sonra düzelttim. "yani ben de üçüncü sınıfım ama mimarlık okumuyorum. inşaat mühendisliğindeyim ben."

"zor olmalı" dedi kirpiklerini kırpıştırarak. güldüm. "fakülte birincisiyim ben. ama zor tabii."

"oh! o meşhur han sen misin?" şaşkınlıkla sorduğunda kafamı salladım. ıslık attı. "vay canına, bu kadar zeki olmak nasıl hissettiriyor?"

"o kadar da zeki değilim" koluma vurdu hafifçe. demek o da hemen kaynaşabiliyordu insanlarla.

"ya, tabii" gözlerini büyüttü. kıkırdayıp ajandamı açtım ve zaten açık olan ders kitabımdan not çıkarmaya başladım. aslında sadece vakit öldürmeye çalışıyordum, kitabı ezberlemiştim zaten.

"yazın ne kadar güzel" ellerini çenesine yaslayan shuhua'ya baktım inanamayarak. "doktor yazısına benziyor"

"benimkini görmek ister misin? ama yanımda senin gibi defter kitap taşımıyorum, senin defterine yazmam gerek" kalemimi ona uzattığımda defterin kenarına kahve içmek ister misin yazdı. ya da ben öyle anladım.

bana yürüyor olma ihtimali olamazdı değil mi? insanlar dümdüz kahve içmek de isteyebilirlerdi.

ayrıca yalan söyleyemeyecektim çok kötü olmasa da benimkinden kötüydü yazısı.

"o kadar da kötü değil" gözlerimi kıstığımda kahkaha attı. "o kadar da kötü. berbat bir yalancısın." güldüm rahatsızca.

aslında gerçekten iyi bir yalancıydım. birazdan görürdü. göremezdi gerçi. iyi bir yalancıydım ya. tanrı aşkına beynim, stresten ne saçmalıyorsun?

telefonum titrediğinde sandalyede biraz yükselip telefonumu cebimden çıkardım. chaeryeong ve chan hyung ayrı ayrı mesaj atmışlardı. charyeong bir saattir ne konuştuğumuzu ve söylemezsem patlayacağını yazarken chan hyung nerede olduğumu sormuştu. chaeryeong'un mesajını erteleyip chan hyung'a kafeteryada olduğumu yazdım.

those eyes, minsung (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin