"jisung eğer tam şu an siktir olup gitmez ve şu uçağa binmezsen yerini ifşa edeceğim herkese"yeji'nin ani yükselişiyle birkaç kişi bize döndü ama neyse ki çoğunluk korece bilmiyordu.
minho hyungla konuştuğum gün yani dört hafta önce, tam uykuya dalmak üzereyken yeji bir anda çığlık çığlığa uyanıp doğurmaya karar vermişti. apar topar hastaneye gitmiştik, ki bu benim için korkunç bir deneyimdi ve ileride gerçekten çocuk doğurmak isteyip istemediğimi bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalmıştım, hastaneye gittiğimiz on beş dakika içinde de aera doğmuştu zaten. biraz daha zorlasa asansörde falan bile doğabilirdi.
hem ryujin'in hem yeji'nin annesi tokyo'ya uçtukları için ben tabiri caizse evden kovuluyordum. aslında aera ile ilgilenmek çok tatlıydı ama geceleri ağlamaya başladığında ben de dikiliyordum ayağa. kızlar da yorulduğumu fark edip kovmuşlardı beni zaten, rahatsızlık vermek istemiyorlardı sanırım.
burada sahip olduğum her şeyi satmıştım. arabam, ilk göz ağrısı arabamı satmak çok zoruma gitmişti. odamdaki mobilyaların hepsini de gözden çıkarmıştım, bir tek kıyafetlerim ve okuduğum kitapları almıştım yanıma. bir de laptop çantam vardı tabii.
"tamam ya ne bağırıyorsun? bir düzelmedi şu hormonların." bebek arabasında uyuyan aera'nın güneşliğini kaldırıp tombul yanaklarını öptüm. bebekler gerçekten çabuk büyüyorlardı.
"aera'nın şu pasaport işlemleri hallolsun biz de geleceğiz zaten" yeji ses tonunu yumuşatıp bana sarıldığında ben de ona sarıldım sıkıca. ryujin'e de sarıldım.
"haber verdin mi seninkilere seni havaalanından karşılamaları için?"
"hayır, bilmiyorlar bile döneceğimi" sırıttım. gözlerini kıstı ryujin. "yine ne cinlikler düşünüyorsun bakayım?"
"ayıp oluyor ama" sızlanarak dudak büzdüğümde omzuma vurdu. "şaka yapıyorum şaka. dikkatli git, oraya vardığında ara bizi mutlaka."
"evet aklımız sende kalmasın" valizimi sürükleyerek kafamı salladım. öpücük attım sonra kızlara. gülerek el salladılar.
çantalarımı verip pasaport kontrolünden geçtikten sonra uçaktaki yerime oturdum. heyecanlıydım aslında biraz. o günden beri minho hyungla hiç konuşmamıştım. beni gördüğünde vereceği tepkiyi merak etmiyor değildim.
kemerimi bağlayıp arkama yaslandım. uçak da çok sürmeden kalkışa geçti zaten.
bir ara heyecandan mı yorgunluktan mı bilmiyorum ama bayılmışım. uyuyakalmışım yani. hostes beni nazikçe dürttüğünde uçağın içinde kimse kalmamıştı. eğilerek teşekkür ettikten sonra uçaktan indim ve çantalarımı teslim aldım. çok geç olmasa da akşam olmuştu saat. altı buçuğa geliyordu. ben kasabaya varana kadar yedi olacağını biliyordum saatin. öyle de oldu zaten, taksiciye ücreti ödeyip tekrar bavullarımı sürüklemeye başladım. kimse beni görmesin diye verdiğim çaba yüzünden ecel terleri dökmüştüm resmen.
eve girdiğimde yine temizlik kokusu karşıladı beni. bavullarımı bırakıp biraz dinlendim ve eve geldiğimi haber vermek için kızları aradım. şubat ayındaydık, birkaç sene önce yine bu zamanlar ayrılmıştım evden. evin içi soğuktu, o yüzden montumu çıkarmadan öylece oturdum karanlığın içinde.
sonra sıkıldım. anahtarımı alıp evden çıktım ve yavaşça yürümeye başladım. bir mesajında benim yollarım senin evinin sokağına çıkıyor demişti minho hyung. ben onun sokağından hiç ayrılmamıştım. kalbim hep buradaydı yani.
kendimi evinin önünde bulduğumda derin bir nefes aldım. sonra kapıyı yumrukladım. evet yumrukladım, birkaç kez de üst üste zile bastım. biraz sonra söylene söylene merdivenlerden inmeye başladığını duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
those eyes, minsung (✓)
Fanfiction[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o gözlerinin içine bakmaya devam etti.