yirmi altıncı bölüm

3.5K 428 248
                                    


tatlı dilin yılanı deliğinden çıkardığını söylerler. tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır mı orasını pek bilemem ama benim sulu gözlerimle deliğinden çıkaramayacağım yılan, ikna edemeyeceğim insan yok.

chan hyung da bu insanlardan biri.

başlarda beni şirkete almamak için çok direndi ama gardını indirmeyi başarabildim. takmıştı mail kutumda daha iyi şirketlerin olmasına, hiçbirini istemiyordum.

ben chan hyung'un şirketini onlardan biri haline getirmek istiyordum. yani insanların bünyesinde çalışmak için kırk takla attığı şirketlerden biri haline. ve çok çalışmayla başaramayacağım bir şey de yoktu. başaracağıma, birlikte başaracağımıza inanıyordum.

tüm gün seungmin'in üstüme bir beden büyük gelen siyah takım elbisesiyle oradan oraya koşturmuştum. şirkette sıkı bir kılık kıyafet kuralı vardı, herkes gerçekten iş insanı gibi görünüyordu. chan hyung birden tamam gel yarın işe başla dediği için takım elbise alacak zamanım olmamıştı. iş çıkışı gidip birkaç takım almam gerekiyordu.

tüm gün şirkette olmama rağmen bir kez olsun minho hyung'u görememiştim. chan hyung ve changbin hyungla birlikte bir toplantıya gittiklerini söylemişti felix.

yapacağım çok iş olduğunu düşünerek hyunjin ve jeongin'in öğle yemeği teklifini reddetmiştim ama çok iş olarak gördüğüm kağıt işlerini halletmem yarım saatimi bile almamıştı. seungmin ve felix de ortalıkta görünmüyorlardı.

çok afedersiniz ama sik gibi kalmıştım yani ortada.

"selam jisung" kendime kahve makinesinden kahve hazırlarken arkamdan gelen sesle omuzlarımın arkasına baktım. sunwoo, sürüdeki şapşal alfalardan biriydi. gülümsedim.

"selam woo" ben beyaz kupamı çektiğimde kendi kupasını makineye yerleştirdi. "bugün başladın sanırım, daha önce görmedim seni şirkette?"

"evet, ilk günüm" dumanı üstünde tüten kahveme üfleyerek bir yudum aldım ve yüzümü buruşturdum. yanlışlıkla sütlü kahve yapmıştım.

"chan hyung mu aldı seni işe?" etrafı kontrol ederek yanıma yaklaştı. "hyung dediğimi duyar falan aman aman. şirkette bay bang diyeceksiniz diye azarlıyor herkesi." kıkırdadım.

"aslında kendimi zorla kabul ettirdim desem daha doğru olur" içemeyeceğimi bildiğim kahveyi lavaboya döküp bardağımı çalkaladım.

"al benimkini iç," sunwoo siyah kupasını bana uzattı ve gülümsedi. "americano, şekersiz"

"neden ki tekrar yaparım kendime" şaşkınlıkla konuştuğumda sunwoo bardağı bana doğru iteledi. "tüm çalışanların günlük yalnızca bir kahve hakkı var. ve ne yazık ki sen de bir istisna değilsin"

"yuh ya ne bu cimrilik?" kupamı sertçe siyah tezgahın üstüne bıraktım. kıkırdadı. "hâlâ büyümekte olan bir şirket olduğumuz hesaba katılırsa gereksiz harcamalardan bir süre kaçınmak kötü bir fikir değil aslına bakarsan. iç işte, benim canım çok da istemiyordu zaten" bardağı almak ve almamak arasında gidip gelirken çay ocağının kapısından gelen gümbürtüyle sıçrayıp arkama döndüm.

minho hyung gelmişti. yumruk yaptığı eli kapının pervazına yaslıydı. az önce kapının pervazına yumruk atışının gürültüsünden irkilmiştim sanırım.

"sen kendi kahveni kendin iç sunwoo, ben jisung'a kendi hakkımı veririm" dedi düz bir ses tonuyla konuşarak.

havaya yayılan feromonlarında kıskançlık seziyordum.

sunwoo bana baktığında gülümseyerek kafamı salladım. eğilip kahvesiyle birlikte minho hyung'un yanından geçti ve çay ocağından çıktı.

"yavşak" minho hyung sunwoo'nun arkasından homurdandığında kollarımı kavuşturdum ve kaşlarımı çattım. yavşak olmak için hiçbir şey yapmamıştı çocuk halbuki.

those eyes, minsung (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin