otuzuncu bölüm

2.5K 360 139
                                    

iyi okumalarr!

☆☆☆

tırnaklarımı avuçlarıma bastırmış minho'nun annesinin yaklaşık yarım saattir bana çektiği nutuğu dinliyordum. her nereden duyduysa artık oğluyla mühürlendiğimi, soluğu yanımda almıştı. ben her zaman sizin mutluluğunuzu isterim başlığı altında bir güzel laf sokuyordu bana. ne minho'ya ne de annesine saygısızlık yapmak istemediğimden dilimi ısırıyordum ama susmuyordu kadın.

bir yerlerde beni hiç sevmediğini hissedebiliyordum zaten. eskiden beridir böyleydi, bizi ne zaman yan yana görse morali bozuluyordu. anlamayacak kadar saf değildim. sadece görmezden geliyordum.

"ben kalkayım artık" dediğinde kafamı sallayarak ayağa kalktım minho'nun annesini uğurlamak için. nihayet gidiyordu. ruhumu yeterince emmişti zaten negatif enerjisiyle, gidebilirdi.

"bu konuştuklarımız aramızda kalsın olur mu canım?" dedi kapıdan çıkmadan önce bana sarılarak. "neden?" dedim yorgunca. elbette nedenini biliyordum, minho'nun kulağına gitmesinden korkuyordu söylediklerinin. kötü bir haberim vardı hyunnam teyzeye. 'bu konuştuklarımız' diye bahsettiği ancak geldiğinden beri yalnızca kendinin konuştuğu şeyler aramızda kalmayacaktı, minho'nun kulağına da gidecekti.

"bir nedeni yok canım, öyle. alfalarımızın her işe burunlarını sokması gerekmiyor değil mi?" samimiyetsizce gülüşüne karşılık ben de güldüm. "siz bu konuştuklarımızı eşinize söyleyebilirsiniz hyunnam teyze, sorun yok. ben de minho'ya söyleyeceğim çünkü aramızda gizli saklı hiçbir şey olmaması gerektiğine karar verdik ilişkimizin geleceği için. size iyi günler dilerim." hissizce elimi salladım yüzü düşen kadına. mutlu olmadığı yüzünden okunacak şekilde şoförünün kendisini beklediği arabasına gitti. kapıyı arkasından kapattım.

midemi bulandırmıştı söyledikleri.

adımlarımı mutfağa yönelttim. bir bardak soğuk su içmem gerekiyordu belki de söylediklerinin ardından. hazımsızlık yapmış da olabilirdi.

çoğunlukla ona erken ama bana bir ömür gibi gelen bu birleşmenin neden gerçekleştiğini sorgulamıştı. ki başlı başına bu bile ayıptı benim için. minho ve benim aramdaki ilişki, adı üstünde minho ve benim aramdaydı ve bizden başka kimseyi hiçbir üçüncü kişiyi ilgilendirmiyordu. ilgilendirmemesi gerekiyordu. yok evlenmeden neden düğümlenmişiz de yok buna gerek var mıymış da bu yaşlarda tansiyonla birlikte birçok hataya mahal veriliyormuş da. doğrudan olmasa da düğümlenmeniz bir hata demeye getirmişti yani ve canım sıkılmıştı.

midem bulanıyor derken mecaz yapmıyordum, bulantı yoğunlaştığında tuvalete koşup kusmaya başladım. göz yaşlarım ardı ardına yuvarlanırken dış kapının açılıp kapanma sesi geldi.

"ben geldim!" minho'nun neşeli sesi evin içinde yankılanırken çok geçmeden adımları beni buldu. onun da midesi bulanmasın diye midemdeki kasılmaya rağmen doğrulup sifonu çektim.

"jisung" endişeli bir şekilde yanıma çöktü. ağzımı sildiğim peçeteyi çöp kovasına fırlattım ama kusmuş olsam da midemin bulantısı geçmemişti. "ne oldu? hastalandın mı?" sırtımı sıvazladı.

"senin de mideni bulandıracağım, git istersen. iyi olunca gelirim ben yanına"

"saçmalama" baş parmaklarını ıslak yanaklarıma bastırdı gözyaşlarımı silmek için. "tiksinmem ben senden, çıkar aklından onu"

"kustum ama hâlâ midem bulanıyor" dedim vücudumu minho'nunkine yaslayarak. "kustursana güzelim kendini"

"yapamam ki" dolu gözlerimle gözlerine baktım.

those eyes, minsung (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin