yirmi üçüncü bölüm

3.6K 536 300
                                    


bilgisayarın başına geçmiş sessiz bir şekilde maillerimi kontrol ederken chan hyung yanımda kıpırdanıp duruyordu. maillerin geneli iş mailiydi. okulu fakülte birinciliği ile bitirdiğimden çok ünlü olan ve ismini güney kore genelinde duyuran inşaat firmalarının isimleri bile vardı mail kutumda. insan bir gururlanmıyor değildi tabii.

"hyung, ne söyleyeceksen söyler misin artık? kıvranma lütfen"

"bizim şirkette çalışmak ister misin?" gözlerimi kısıp chan hyung'a baktım. gülümsedi.

chan hyung'un babasının çok ünlü olmasa da chan hyung'a devrettiği bir inşaat firması vardı. kötü değildi aslında, sadece biraz desteklenmeye ve iyi projelere ihtiyacı vardı şirketin. bizimkiler hep orada çalışıyordu şimdi, minho hyung da içlerindeydi.

arada jeongin ve hyunjin'i şirketin reklamlarında oynatıyorlardı. aklıma geldiği için güldüm.

"tabii istemiyorsan alınmam. kendini zorunda hissetme. çok ünlü şirketler var mail kutunda, onlardan birini seçmen daha iyi olur hatta. boş ver, hiç teklif etmedim say." tek kaşımı kaldırdım.

"sizinle çalışma teklifimi geri mi çekiyorsun şimdi hyung?"

"evet"

"ama ben evet diyecektim"

"hayır" ellerini ve kafasını iki yana salladı. "geleceğin için iyi olacaklardan birini seçelim"

"yok seçmeyeceğim, iş başvurusu onaylamaya girmedim ki ben" mail kutumu kaydırmaya devam ettim. "önemli bir mailimi arıyorum ama bulamıyorum"

"ne hakkındaydı?" sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim. "oyun şifresi vardı içinde ya, japonya'dayken almıştım da bulamıyorum" kahkaha attı.

"harcadığın mesaiye yazık, ben alırım sana yenisini"

"ya ne gerek var alınmışı dururken. bulmam lazım."

"kim neyi buluyor?" seungmin tabağındaki patlamış mısırları kemirerek minho hyung'un salonuna girdi. neden bilmiyorum ama bugün herkes farklı odalarda takılıyordu, biz de dahil.

"jisung oyun şifresini bulmaya çalışıyor maillerinden"

"hangi oyun jis?" seungmin arkama geçip kollarını bana sardı.

"the last of us"

"aaaa minho hyung oynuyordu onu geçen, onda var"

"ney varmış bende?" minho hyung da seungmin gibi elinde patlamış mısırıyla içeri girip bize baktı.

şimdi benim de canım patlamış mısır istiyordu.

seungmin'in mısırına uzandığımda tabağını geri çekti. "jisung oyun oynayacakmış da şifreyi bulamamış. the last of us."

"gel playstation'u açayım birlikte oynayalım" dudak büzüp mailimi kapatarak bilgisayarın başından kalktım.

"vazgeçtim oynamayacağım. ya seungmin ne olur bir avuç mısır versen?"

"bir avuçla kalmayacağını ikimiz de biliyoruz. bu senaryonun sonunda bana mısır patlattıracaksın biliyorum. git yap kendin bir sürü mısır var" omuzlarımı düşürdüm.

beni bu kadar iyi tanıyor olması hiç hoş değildi yalnız.

salondan çıkıp ayaklarımı mutfağa doğru sürümeye başladım. minho hyung peşimden geliyordu.

"istersen birlikte yiyebiliriz"

"yok yaparım kendime" mutfağa girip etrafa bakındım. "nerede mısırlar?" kollarını kavuşturup tezgaha yaslandı.

those eyes, minsung (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin